Kadınları anlamayı kim istemez?
Zaman zaman yerli-yabancı gazetelerde çıkan ilginç haberleri kesip masamın üzerindeki kâğıt yığınlarının içine bırakıyorum. Belki ileride bu konuda bir şeyler yazarım diye düşünüyorum, yoksa bunu yapmamın nedeni elbette bir tür ruh hastalığı geçiriyor olmam değil.
Gerçi büyükçe bir yemek masasından hallice masamın ve çekmecelerimin dağınıklığına bakarak bunun da bir tür hastalık olduğunu düşünenler çıkabilir ama ben bu görüşe katılmıyorum.
Gazeteci dediğin biraz dağınık olmalı, çekmeceleri, cepleri ne işe yarayacağı bilinmeyen kâğıtlarla dolu olmalı diye bir tezim bile var.
İki üç ayda bir artık aradığım hiçbir şeyi bulamaz hale gelince masamı temizliyorum. Biriktirdiğim her şeyi çöpe atıp kurtuluyorum. Dün yine böyle bir temizlik sırasında ne zaman kestiğimi bile hatırlayamadığım bir kupür elime geçti. Kupürün arkasındaki bir ilandan bunun geçen sene nisan ya da mayıs aylarında kesildiği anlaşılıyor.
Haber şu: Çin’de sadece kadınların konuştuğu, erkeklerin ise bilmedikleri bir gizli dilin varlığı ortaya çıkmış. Çin’in Hunan eyaletinin Jiangyong bölgesindeki bir dağ köyünde tesadüfen keşfedilen bu dil sadece çok yaşlı bazı kadınlar tarafından anlaşılıyormuş.
Nu Şu adı verilen bu antik dilin geçmişinin bin yıldan eski olduğu tahmin ediliyor. İmparatorluk döneminde Çin’de kız çocuk pek istenmezmiş. Onlardan beklenen tek görev bir erkeğe eş olmaları ve çocuk doğurmalarıymış. Ağır bir toplumsal baskı altında ezilen kadınlar kendi aralarında konuştukları şeylerin erkekler tarafından anlaşılmaması için yeni bir dil geliştirmişler. Bu dil kısa sürede Hunan bölgesinde çok yaygınlık kazanmış ve kentli kadınlar Nu Şu dilinde yazmak için bir alfabe bile geliştirmişler. Çin alfabesinden bir hayli farklı olan bu alfabe kesik çizgili harflerle yazılıyormuş. Mao’nun Kültür Devrimi kadınlara erkeklerle eşit haklar tanıdıktan sonra bu dil de unutulmaya yüz tutmuş.
Haberi okuduktan sonra kadınların ne kadar anlaşılmaz yaratıklar olduğuna ilişkin ‘erkek geyikleri’ aklıma geldi. Bunun Hunan eyaletinde vaktiyle yaşayan erkekler için ne kadar geçerli olduğunu düşündüm. Ama kadınlara karşı davranışlarıyla bunu fazlasıyla hak ettiklerine de hiç kuşku yok.
Öte yandan erkeklerin kadınları anlamasında ciddi zorluklar olduğu da bir gerçek. Ninelerimiz Çin’deki gibi kendileri için özel bir dil geliştirmediler ama yine de dedelerimiz onları anlamakta zorluk çektiler, biz de hâlâ aynı derdi yaşıyoruz.
Bir erkek olarak kadınları anlama işine fazlasıyla mesai sarfettim, dünya kadar kitap okudum. Vardığım sonuç şu: Kadın ruhu denen şey, erkek ruhuna göre çok daha bütünsel özellikler gösteriyor.
Kadının yapısındaki öğeler, erkeğe göre çok daha büyük bir tutarlılıkla dizilmiş. Bu öğelerden birisi olmadan öbürleri de olmuyor. Buna karşın ‘erkek ruh’ bütünsel değil. Bir vagonun kompartımanları gibi bölünmüş, birbiriyle ilgileri olmayan ama birlikte bir anlam ifade eden bir çerçeveden söz ediyorum.
Romantik bir akşam yemeğinde bile bir erkeğin kolayca iş konularına geçebilmesi, buna karşın bir kadının asla böyle bir şeyi başaramaması beni destekliyor.
Erkek ruhu, kadınınkinin tersine daha dışa dönük. Kadın ise kendisine, kişiliğini ve ruhunun gizlerini saklayacağı bir maske edinir: Modayı izler, basmakalıp şeylerle ilgiliymiş gibi görünür, makyaj yapar, ama bunların hiçbiri kadının iç gerçekliğini etkilemez. Erkekte benlik duygusu daha derinlere gömülmüştür ama kendisini açmak, iç benliğini sergilemek arzusundadır. Erkeklerin neredeyse her gördükleri kadına yıvış yıvış bir cesaretle ‘sarkmalarının’ ardında bu yatar. Oysa kadın kendisini sadece bir tek kişiye açmak ister: Gerçekten sevdiği, âşık olduğu erkek!
Bu anlattıklarımın bir köşe yazısı için fazlaca karışık olduğunu düşünüyorsanız haklısınız. Ne yapayım ki gerçek bu: Bu kadar çabama rağmen hâlâ daha onları anlamayı başarabilmiş değilim. İnsan anlamadığı bir şeyi de ancak bu kadar yazabiliyor, kusura bakmayın.