‘Pak insanlar’ ülkesinin efendileri
Biliyorsunuz, Pakistan’da darbe oldu. Bugüne kadar kendimi bu konunun dışında tutmaya çalıştım. Yoksa elbette ben de askeri darbeler ve üçüncü dünya ülkeleri üzerine hiç de ilginç olmayan fikirlerimi yazma imkânına sahiptim. Ne de olsa bu gazetenin yöneticisiyim ve yazıişlerindeki arkadaşlarım kibarlık göstererek bu görüşlerimi birinci sayfadan bile duyurabilirlerdi.
Ama yazmadım.
Aslında Pakistan’a karşı nedensiz bir sevgi de besliyorum. Bir zamanlar komşumuz olan Pakistanlı bir ailenin Yasemin’le yaşıt kızları Tahmina’nın kara gözlerini ne zaman hatırlasam ‘Pakistan zindabad’ sözünü içimden tekrarlıyorum. Lahor’un, Karaçi’nin, Ravalpindi’nin yoksul insanlarının acılarını taa yüreğimde hissediyorum. Günün birinde ‘şalvar kamizimi’ giyip onların arasına karışmayı, onlar için bir şeyler yapabilmeyi hayal ediyorum.
Ama doğrusunu isterseniz Pakistan’ın yönetici kadrolarından, hâlâ derebeyliği alışkanlıklarını sürdüren burjuvazisinden de nefret ediyorum. Butto ailesini, Har’ları, Navaz Şerif’i, Müşerref’i hiç ama hiç sevmiyorum.
Pakistan halkının sırtından zenginleşmelerinden, kendi aralarındaki iktidar oyunlarından, entrikalarından hoşlanmıyorum.
Pakistan’daki darbeyle ilgili bugüne kadar hiçbir şey yazmadıysam sebebi budur.
Ha Navaz Şerif, ha Benazir Butto, ha General Müşerref!
Birbirleri arasında en ufak bir fark olmadığını biliyorum. Onlar İslamabad’da kayıkçı kavgalarını sürdürürlerken, Pakistan’da hiçbir şeyin değişmeyeceğini; koyu bir taassubun, derebeylik geleneklerinin sürmesi için bunun bir tür orta oyunu olduğunu düşünüyorum.
Pakistan’da her gün ortalama olarak 8 kadın tecavüze uğruyor. Evlilik içi tecavüz suç sayılmıyor. Kadınların yüzde 90’ı ev içi şiddetle karşı karşıya. Dünyanın en iyi okullarını bitirmiş Pakistanlı burjuvalar, erkek olduklarını karılarını döverek ispat ediyorlar.
Pakistan’daki şeriat yasaları, bir kadının ifadesinin yasal olarak kayda geçirilebilmesi için tam ‘dört şahit’ istiyor. Şikâyetçi olarak resmi makamlara başvuran kadınların bu kural yüzünden çoğu zaman mahkûm edildikleri bile oluyor. Kurbanın eğer kadınsa mahkûm edilebildiği bir hukuk düzeni…
Bir köle gibi alınıp satılabilen, takas edilen, efendilerinin evlerine hapsedilip yaşamla ilişkileri kesilen, boşandıkları zaman çocuklarından koparılan kadınları hatırlıyorum, ne zaman Pakistan sözünü duysam.
Bizim küçük Tahmina’nın bu kara yazgıya kurban edileceğini düşünüyor, çıldırıyorum.
Onun esmer, sıska kollarının daha çok uzun yıllar kendisini koruyabilecek bir güce kavuşamayacağını biliyorum.
Pakistan’daki iktidar kavgasının sadece ve sadece bu düzenin sürüp gitmesi için yapıldığını
aklımdan hiç çıkarmıyorum.
‘Pak insanlar ülkesi’nin efendilerinin, birbirleriyle ne kadar didişirlerse didişsinler, esas olarak bu kölelik düzenini sürdürmek ve yoksul insanların sırtından zenginleşmekten başka bir şey düşünmediklerini biliyorum.
Ne Navaz Şerif’i, ne Benazir Butto’yu, ne Zardari’yi, ne de General Müşerref’i hiç sevmiyorum.
Yabancı devlet adamlarına hakaret etmenin yasalarımızda suç olduğunu biliyorum. Onun için rahmetli anneannemin bir zamanlar bu tür insanlar için söylediği bir sözü tekrarlıyorum sadece: Hepsinin boynu altında kalsın!