Dün TBMM’de cumhurbaşkanı seçiminde alınan sonuca bakarak “Meclis onur savaşını kazandı” diyecek olanlara pek kulak asmayın.
Dünkü oylama neticesinden çıkarabileceğimiz tek bir hisse var: Türk siyasetinde atılan imzanın değeri, o imza için kullanılan mürekkebin parasal değerinden daha fazla değil!
Bugünden itibaren 1 Mayıs günü yapılacak ikinci oylamaya kadar aynı teraneyi dinleyeceğiz: Biz imzamıza sahip çıktık ama muhalefet (ya da iktidar) fire verdi, imzasının arkasında durmadı vs.
Bu tartışmalara da bir değer atfetmeyin. Bunun adına Ankara’da politika yapmak deniliyor. Ama aslında tanık olduğumuz şey Radikal’in manşetinde de belirttiğimiz gibi bir ‘kayıkçı kavgası’ndan başka bir şey değildir.
Türk basınının ezici çoğunluğunun (aralarında Radikal de var) ‘Tarihi uzlaşma’ olarak nitelediği belgenin altında TBMM’de temsil edilen 5 siyasi partinin liderlerinin imzası vardı.
Dünkü sonuca bakarak şunu da söyleyebiliriz: Ya ‘lider’ zannettiğimiz kişiler bu sıfatlarını hak etmiyorlar ya da ‘imza’ sırasında verdikleri sözlerle kendilerini bağlı hissetmiyorlar.
Benim görüşüm esasen birinci şıkkın doğru olduğu yolunda ama birinci şıkkın doğru olması ikinci şıkkın dünkü oylama çerçevesinde yanlış olduğunu da ortaya koymuyor.
Uzlaşmanın hemen ardından bu köşede liderlerin birbirlerine güvenmediklerini, ilk iki tur oylamada da attıkları imzaya rağmen kendi bildiklerini okuyacaklarını yazmıştım.
Dünkü sonuçlar bu tahminin de doğru olduğunu ortaya koyuyor. Ankara’dan gelen haberler ‘iktidar blokunun ne yapacağını görelim’ gerekçesiyle bazı imza sahiplerinin verdikleri sözü tutmadıklarını da ortaya koyuyor.
Olaya bu açıdan bakınca ‘Meclis’in onuru kurtuldu. Milletvekilleri liderlerine isyanlarını ortaya koydu’ hükümlerinin de aslında doğru olmadığı ortaya çıkıyor. Eğer başta ANAP olmak üzere FP ve DYP’li milletvekilleri ‘uzlaşma’ dışındaki adaylara oy verebildilerse, bunda liderlerinin en azından ‘zımni’ rızası olduğu da bir gerçek. Bu ‘zımni’ rızanın, ‘Bakalım iktidar ne yapacak’ gerekçesine dayanması da, gerçeği ve sonucu değiştirmiyor.
Normal bir demokraside, dünkü oylamadan sonra, en azından siyasi nezaket gereği hiç seçilme şanslarının olmadığı ortaya çıkan adayların seçimden çekilmelerini beklemek gerekirdi. Bu yazı yazıldığı sırada henüz bir çekilme haberi de gelmiş değil. Ama seçilme ümidini kendi oy ve temsil gücünde değil de siyasi pazarlıkların kesişme noktasında gören adayların yarıştan çekilme olgunluğunu göstermemeleri de sürpriz olmamalı.
Türkiye’nin önünde cumhurbaşkanı seçiminden sonra çok önemli günler var. Meclis’in ve bürokrasinin kendi normal gündemine dönerek bunlarla ilgilenmesini bekliyoruz. Ahmet Necdet Sezer’in en kötü ihtimalle üçüncü turda seçileceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Bu nedenle bu siyasetçilik oyununun bir kenara bırakılmasını ve seçimin 1 Mayıs’tan sonraki turlara kalmasına yol açacak engellemelerden vazgeçilmesini istemek de kamuoyunun en doğal hakkıdır.