Kanserin sonu yaklaşıyor mu?
Bugünkü Radikal’in manşetinde yer alan haber önceki gün bütün Amerikan gazete ve televizyonlarının en önemli haberiydi.
Ben hekim değilim. Sağlık ile ilgili birçok konuda olduğu gibi kanser ile ilgili bilgilerim de ‘amatör bir meraklı’nın sahip olabileceğinden biraz fazla. Bu ‘biraz fazla’nın nedeni de babamı, iki amcamı ve babaannem ile dedemi kanserden kaybetmiş olmamdan ileri geliyor.
Kanser öyle bir hastalık ki toplumun büyük bir çoğunluğu, hakkında hiçbir şey bilmiyor ve çoğu zaman adını dahi anmaktan kaçınıyor. Bildiğimiz tek şey genellikle erken teşhisin bu hastalıkla mücadelede çok önemli olduğu. Amerika’da her sekiz kadından biri meme kanserine yakalanıyor. Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerin ortalaması da buna çok yakın. On kadından birisi meme kanseri tehlikesi ile karşı karşıya. Üstelik meme kanseri öyle bir kanser ki, hem ilk aşamada kolaylıkla yakalanabiliyor hem de kullanılan tedavi yöntemleriyle çok başarılı sonuçlar alınıyor. Meme kanserinin ilk aşamalarında yakalanması tedavinin yüzde 96’ya varan yüksek bir oranda başarılı olmasını sağlayabiliyor.
Ama yine de bunu bildiğimiz halde olağan sağlık kontrollerini bile ihmal ediyor, çoğu zaman bir hekime iş işten geçtikten sonra başvuruyoruz. Bu açıdan kadınlarda meme kanserinin gelişmesini önleyen bir ilacın bulunduğu haberi çok büyük önem taşıyor.
Ama bu buluşun asıl önemi ‘kanserin önlenebilir bir hastalık’ olduğunu ortaya koymasında. İlacı bulan araştırma ekibinin başkanı Dr. Bernard Fisher “Tarihte ilk kez, kanserin sadece tedavi edilebilir değil, aynı zamanda önlenebilir bir hastalık olduğuna ilişkin kanıt bulduk” diyor.
Bu aslında kanserde alternatif tedaviler uygulayan klinikler ve doktorlar tarafından çok uzun zamandır biliniyor. Esas olarak konvansiyonel tedaviden yana olan (ameliyat, kemoterapi, radyoterapi) birçok hekimden de benzeri görüşü daha önce duymuştum. Eniştem için New York’ta görüştüğümüz çok ünlü bir onkolog, bilinen klasik tedavinin yanı sıra vücudun bağışıklık sistemlerini güçlendirmeye yönelik bir diyet programı da önermişti. Sığır ve tavuk eti ile beyaz un ve beyazlatılmış şekerin kesinlikle yasak olduğu, lifli doğal gıdaların kullanıldığı, balık ve kuzu eti de yenebilen bir diyetti bu ve amacı vücudun kendisini koruma mekanizmalarını kullanarak kanserli hücreleri yenebilmesini sağlamaktı.
Bu yeni buluşun klasik tedaviden yana olan hekimlerce bugüne kadar küçümsenen alternatif tedavi yaklaşımlarını güçlendireceği çok kesin. Ve çözüm de sonunda galiba iki eğilimin başarılı yöntemlerinin bir araya gelmesiyle bulunacak.
Amerika’da eniştemin tedavisi için bulunduğum sırada bir yerde ‘2000’li yılların başlarından itibaren artık kanserden korkmanın gerekmeyeceğini’ okumuştum. Galiba bu kehanet gerçekleşiyor.