RADİKAL

Reklamlardaki iki Türkiye

 Jacques Seguela, “Eğlenceli şeydir şu reklamcılık” isimli kitabında (Milliyet Yayınları, Çeviren: Nihal Önol) şöyle diyor: “İletişim, bir başka deyişle reklamcılık uluslar gibidir, kökenimizin ve günlük yaşamımızın değişmeyen aynası.. Bana reklamının ne olduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Becerikli ABD, reklamcılıkta da etkinliği yarattı.

…eğer (Amerikalılar) olmasaydı reklamcılık da para kazandıran bir uğraşa dönüşemezdi. Geçimsiz İngiltere bugün uluslararası çaptaki sarsıcı reklamcılığın başını çekmesini şaka anlayışına borçludur. Fıkır fıkır İspanya yürek titreten reklamcılık yapar, kan düşkünü İtalya kanı kaynatan; kurallara bağlı Almanya sarsıcı olmayan bir reklamcılık yapar. Ve Brezilya reklam spotları olanca dişlerini göstererek, olanca cinselliğiyle samba yapar. Tümü de ulusal kimliklerimizin birer yansıması, bu da iletişimin var olmakla eş anlam taşıdığının bir kanıtıdır. Fransız reklamcılığı da bizim aynamızdır: Halka seslenen ve karmaşık, ozan ve çığırtkan, ileri görüşlü ve kışkırtıcı. Daha iyi değil ama her zaman coşkulu ve başka hiçbirine benzemeyen.”

Bir süredir Türkiye’nin birbirinden tamamen kopuk iki ayrı ülke haline geldiğini düşünüyorum. Kısaca “laik Türkiye” ve “İslamcı Türkiye” olarak tanımlayabileceğim bu iki ülkenin sınırları giderek belirginleşiyor, aradaki çelişkiler, ayrılıklar keskinleşiyor.

Seguela’nın reklamcılık ile ulusal karakterler arasında kurduğu ilişki ile ilgili yukarıdaki sözlerini okuyunca, daha önce de dikkatimi çeken ama tam olarak tanımlayamadığım bir konu kafamda daha çok aydınlandı.

İslamcı televizyon kanallarında yayımlanan reklamları bilmiyorum izleme imkânınız oldu mu?
O reklamları seyrederken kendimi yabancı bir ülkede, bilmediği bir dildeki televizyon reklamlarını izleyen birisi gibi hissediyorum.

Filmlerin senaryolarının tarihin tozlu raflarından fırlamışlığı bir yana kullanılan çekim dilinin eskiliği de sanki bu geri dönüş ideolojisinin izlerini taşıyor gibi.

Osmanlılar döneminde televizyon icat edilmiş olsaydı, arşivlerde bulabileceğimiz görüntüler, bugün seyrettiklerimizden büyük bir ihtimalle hiç farklı olmayacaktı. İslamcı kesimin reklamcıları demek ki kendi müşterilerine hitap etmenin yolunu böyle buluyorlar.

“Batılı Türkiye”nin reklamcıları ise kendi müşterilerine ulaşabilmek için onların istediği şeyi veriyorlar: Rekabetçi, çağdaş, yenilikçi…

İki kesimin televizyonlarındaki reklamların farklılığına bakınca, ikiye bölünmüş bir ülke haline gelmekte olduğumuz gerçeği biraz daha belirginleşiyor, çarpıcı hale geliyor.

İş işten geçmeden “Batılı Türkiye” ile “İslamcı Türkiye”yi yeniden bir araya getirmenin yolunu bulmak zorundayız.