RADİKAL

Kiminle yaşlanacağın daha önemli

Elbette okuma yazma biliyorum, nüfus istatistiklerinden de haberim var.

Ama Türkiye nüfusunun ne kadar genç olduğunu insan Amerika’ya gittiğinde (ellbete New York’tan söz etmiyorum) daha iyi anlıyor. Annemden daha yaşlı kadınların, dayımdan daha yaşlı erkeklerin doldurduğu lokantalarda birkaç saat geçirmek kendimi bir anda gepegenç hissetmeme de yol açtı.
Sanıyorum bizim Doğulu kültürümüzün, ölüme ve öteki dünyaya daha yakın gibi duran dinimizin bir etkisi bu: Yaşlı insanlarımızı sokaklarda daha az görüyoruz. Bunda elbette toplumsal hayatımızı yaşlı nüfusumuza göre düzenlememiş olmamızın da rolü var. Sokaklarda, binalarda, kamuya açık toplumsal tesislerde yaşlı insanlarımızı, yürümekte güçlük çekenleri, hiç yürüyemeyenleri düşünmemişiz. Bu, tamamen ilgi alanımız dışında kalmış. Buna bir de nüfusun çok büyük çoğunluğunun gençlerden oluşması eklenince, sokaklarda yaşlı insanları göremiyoruz. Göremeyince de ‘ihtiyar yaşam’ın gereklerini bir ihtiyaç olarak algılayamıyoruz bile. Bunun sonucunda yaşlı insanlarımız örneğin Amerika’daki yaşıtlarının aksine evlerine kapanıyorlar, adeta ölümü bekler bir ruh yapısı içine giriyorlar.
Çok yaşlı insanlarla bir mekân içinde uzun saatler geçirmenin bir sonucu insanın kendisini çok genç hissetmesiyse, bir diğer sonucu da yaşlılık üzerine düşünmek oluyor.
Virginia’nın daha çok emekli insanların yaşadıkları huzur dolu mahallelerindeki ‘diner’larda kahvaltı ederken takıldı kafama bu konu. Etraftaki en genç insan sanıyorum 70 yaşlarında olmalıydı. Genellikle karı- koca olduklarını düşündüğüm insanların doldurduğu bu Amerikan tipi yiyecekler sunulan lokantalarda dikkatimi bir şey çekti. Bazı çiftler birbirleriyle neredeyse hiç konuşmuyorlardı. Bembeyaz olmuş saçların çevrelediği yüzlerdeki derin çizgilerden de bir ifade çıkarmak mümkün değildi. Hiç konuşmadan yemeklerini yiyorlar, gazetelerini okuyorlar ve geldikleri gibi, sessizce ayaklarını sürüyerek ağır ağır lokantayı terk ediyorlardı. Derin bir can sıkıntısı koyu bir bulut gibi üzerlerine çökmüş gibiydi.
Arada tek tük de olsa ‘konuşan yaşlı çiftler’ vardı. Onların yüzü sanki bana biraz daha aydınlık gibi geldi. Bunun bir yanılsama olduğunun farkındayım. Ama konuşan çiftlerdeki canlılık sanki onların etrafında bir görünmez hale oluşturuyor ve bu da daha canlı görünmelerini sağlıyordu..
İlk kez böyle bir lokantada masalardaki çiftleri seyrederken düşündüğüm bir şeyi paylaşmak istiyorum sizlerle.. Şu sonuca vardım: Birlikte olacağımız insanı seçerken, gençliğimizin bize verdiği tercih öncelikleri ile hareket etmek sanıyorum ilerleyen yaşlarla birlikte önemini yitiriyor.
Güzel bir çift göz, ince bir boyun, alımlı bir yüz ifadesi, narin bir vücut, kadife bir ten gibi esasen gençliğe ait olan özelliklere bakarak tercih yapmaktan söz ediyorum..
Yaşlılıkla birlikte bunlardan hiç biri geriye kalmıyor. Gözlerin etrafı çizgilerle doluyor, göz eski parıltısını kaybediyor, boyun kırışıyor, narin vücut giderek eğiliyor, yaşlılık yağları eski güzel vücut hatlarını yok ediyor. Geriye bir tek şey kalıyor: Akıl ve konuşma yeteneği.
Eğer birlikte olduğunuz kadın sizi bu özelliği ile etkilememişse asıl dram yaşlılıkla birlikte ortaya çıkıyor. Tercihe temel olan bütün özellikler yıllarla birlikte bir bir giderken geriye büyük bir boşluk kalıyor. Birbirleriyle konuşamayan insanların içine düştükleri bu büyük boşluğun ne kadar öldürücü olduğunu düşünebiliyorsunuz umarım.
Artık şöyle düşünüyorum: Bir erkek, hayatının kadınını seçerken plastikle değil başka şeylerle ilgilenmeli. (Elbette aynı şey kadınlar için de geçerli.) Birlikte yaşlanabileceği, yaşlı bir hayatı da bütün yönleriyle paylaşabileceği bir kadın olmalı bu. Gasset “üzerine açık seçik düşünceler geliştirebildiğimiz oranda hayatımız bizimdir” diyor. İnsanın hayatının tümüne sahip çıkması için eminim ki yaşlılıkta ilişkisinin alacağı boyutları da mutlaka göz önüne alması gerekiyor.