Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin uzatılması ile ilgili olarak başlatılan girişimlerde öne çıkan gerekçe şu: Türkiye zor bir dönemden geçiyor, böyle bir ortamda bir cumhurbaşkanlığı krizi yaşamayalım.
Başbakan Ecevit buna bir de Süleyman Demirel’in görev yaptığı dönem içinde çok başarılı olmasını ekliyor.
Bizim anayasa geleneğimiz daha çok ‘tepkici’ bir nitelik gösteriyor. 12 Eylül Anayasası hazırlanırken cumhurbaşkanı seçimi konusu da böyle bir ‘tepki düzenlemesi’yle çözüldü. 12 Eylül öncesinde Fahri Korutürk’ün süresinin dolmasının ardından bir türlü cumhurbaşkanı seçilemediği dikkate alınarak, cumhurbaşkanının seçimi kolaylaştırıldı.
Cumhurbaşkanı seçiminin, 30 gün içinde sonuçlandırılması zorunluluğu getirilirken, seçim için gerekli çoğunluk ilk iki turdan sonra üye tam sayısının salt çoğunluğuna bağlandı. Dördüncü turda da üye tam sayısının salt çoğunluğunun sağlanamaması durumunda TBMM seçimlerinin yenilenmesi hüküm altına alındı.
Bu Anayasal çerçeve ve seçimin yapılamamasının yaratacağı sonuç dikkate alındığında Cumhurbaşkanı seçiminin bir krize dönüşme ihtimali bence hiç ortada yok.
Geriye siyasi çevrelerde son günlerde konuşulan bir başka ‘kriz olasılığı’ kalıyor ki, bence bu gerekçe de cumhurbaşkanının görev süresinin uzatılması için yeterli değil.
Sözünü ettiğim gerekçe şu: Süleyman Demirel’in görev süresi dolduktan sonra boş oturmayacağı ve bir siyasi girişim başlatabileceği ihtimali üzerinde duruluyor. Böyle bir durumda bunun etkilerinin başta DYP olmak üzere ANAP’ta da sancı yaratabileceği konuşuluyor. Lider sıkıntısı çekilen merkez sağın Süleyman Demirel faktörüyle hareketleneceği, bunun hükümetin bozulması sonucunu da doğurabilecek gelişmelere yol açabileceği tahmin ediliyor.
Türkiye’de siyasetin yapılış tarzına bakarak bunun çok uzak bir olasılık olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Ama Cumhurbaşkanımızın deyişiyle bunun ‘doğmamış çocuğa don biçmekten’ de bir farkı olmadığı çok açık.
Türkiye’ye cumhurbaşkanı seçme sorununun DYP ve ANAP’taki liderlik meselesiyle ilişkilendirilmesindeki garipliği bir yana bırakıyorum. Öte yandan DYP’yi yine bir kenara ayırıyorum ama Mesut Yılmaz’ın parti içindeki iktidarının Süleyman Demirel’in siyasi kişiliğinden etkilenebileceği ihtimalini de ‘komik’ buluyorum.
Dolayısıyla ‘kriz’ gerekçesi pek öyle akla sığabilecek bir gerekçe gibi gelmiyor bana.
Bence en önemli sorun şu andaki TBMM tablosunda mevcut siyasi liderlerden hiçbirinin cumhurbaşkanı seçilme konusunda bir gizli-açık garantiye sahip olamaması. Hatırlarsanız, Turgut Özal’ın da seçime girerken böyle bir garantisi vardı, Süleyman Demirel’in de..
Mevcut siyasi liderlerimiz böyle bir seçime girip kaybetmeyi göze alabilecek durumda değiller. Dolayısıyla uzlaşma liderler dışındaki bir parlamenter üzerinde aranacak ki bu da bizim siyasi liderlerimizin tabiatlarına pek uymuyor.
Yani kendi partilerinden bir milletvekilinin cumhurbaşkanı seçilmesine ve kendilerinden daha üst bir konuma geçmesine gönülleri razı olmuyor. Kendisi seçilme yeterliliğine sahip olmayan Başbakan Bülent Ecevit için de bence aynı şey söz konusu. Aklına kendi partisinden bir saygın milletvekilini önermek gelmiyor, hatta bu ‘tehlikeye karşı’ eski cumhurbaşkanının görev süresinin uzatılması için Anayasa değişikliği çoğunluğu aramak gibi oldukça dolambaçlı yolları denemeyi tercih ediyor. Ben kişisel olarak Süleyman Demirel’i cumhurbaşkanı olarak çok başarılı bulmakla birlikte, çok eleştirdiğimiz bugünkü TBMM içinde bu göreve layık olabilecek birçok parlamenter olduğuna da inanıyorum. Yeter ki liderlerimiz korkularını yenebilsinler.