Gazetedeki köşemin altına e-posta adresim yazılmaya başlandığından beri hayatım daha da renklendi .
Bir kere eskiden beni kimin okuduğunu merak ederdim. E-posta çıktığından beri birçok okuyucu ile doğrudan konuşma imkânım oluyor.
Kim olduklarını, yazdığım yazılar hakkındaki görüşlerini, eleştirilerini öğreniyorum. Övgülere alışkın değilim, onları okurken hâlâ yüzümün kızarmasına engel olamıyorum.
İkincisi uzun süredir görmediğim arkadaşlarımdan artık daha çok haber alıyorum. Hatta benim tanımadığım, ama eski arkadaşlarımın şimdiki arkadaşları olan okuyucular aracılığıyla onlardan haber aldığım bile oluyor.
Ama e- postanın bir türlü alışamadığım bir yönü var ki hiç hazzetmiyorum.
Eskiden mektupların başında yazdığımız türden hitaplar giderek daha az kullanılıyor. ‘Sayın Yılmaz’, ‘Sevgili Mehmet’, ‘Değerli Arkadaşım’ gibi sözleri neredeyse unutmak üzereyiz. Teknolojinin hızı bizi o kadar etkisi altına almış ki bir küçük nezaket kelimesini bile yazmaya üşeniyoruz. Sanki odanızda otururken kapı birden açılıyor, içeri bir baş uzanıyor, selam sabah etmeden söyleyeceklerini bir hamlede söyledikten sonra kapıyı çekip gidiyor gibi…
Bir yönü de benim gibi insanlarla kolay iletişim kuramayanları, mesafeli olmayı marifet sayanları bile etkilemesi.
Bu yeni iletişim türünde mesafeler sanki yok olmuş gibi. İnsan farkında olmadan normal şartlar altında ‘sizli bizli’ olması gereken muhataplarıyla bile bir anda samimiyet peydahlayabiliyor. İki üç kere yazıştığım okuyucularla bir anda ‘senli benli’ olabiliyorum. Garip olan bunu ‘e-posta’yı gönderene kadar fark etmiyor olmam… Ondan sonra gelsin bir utanma duygusu, yüz kızarması, ‘şimdi kimbilir neler düşünürler’ kıvranmaları…
En çok bu konu üzerinde düşünüyorum… İnternetin demokratik yönünü sıksık vurgulayanlar haklı. Burası öyle bir platform ki her türlü mesafe ve kimlik yok oluyor. Bir okuyucumun da yazdığı gibi, “Herkes klavyenin karşısında eşit”…
Sadece mezarlıklarda benzerine rastlayabileceğimiz bir eşitlik hali… Mutlak bir eşitlik bu. İnsanlar birbirlerini hiç tanımayınca toplumsal hayatımızın kurallarından da kurtuluyorlar… Bir turistin gittiği ülkedeki davranışlarının kendi ülkesinde kendi çevresi içindeyken yapabileceklerinden bir hayli farklı olması gibi…
Öte yandan insanların birbirlerine çok yakınmış gibi görünmelerine yol açan yanılsamanın bittiği bir nokta da var. Bir kere ortamın tabiatına uygun olarak kişilikler de sanal. Güzel bir kadın zannettiğiniz ‘mailci’ şişko bir erkek de olabilir. Bazılarının gerçek bir ismi yok. ‘Portakal89’ adresi ‘ hotmail.com’da bir noktayı tarif ediyor sadece. Belki de bu eşitlik görüntüsü bu açıdan yanıltıcı ve sanal…
1 milyondan fazla Türk, gerçek isimleriyle de yazsalar, kim olduklarını asla ele vermeyecek böyle bir adrese sahip.
Sonunda karar verdim ki ben geçen çağın insanıyım. Mektuplardaki el yazılarından yazanın kişiliğini bulmaya çalışmak, telefondaki sesin tınısından kendime göre sonuçlar çıkarmak bana daha cazip geliyor. Artık e-posta kullanmaktan asla vazgeçemeyeceğimi bilsem de…