Hakkı Devrim ile konuşmak kolayca tahmin edebileceğiniz gibi ‘dinleyen’ için hem eğitici hem de eğlenceli oluyor.
Geçtiğimiz günlerde Hakkı Bey bana ince bir şekilde ‘ekip üyelerini motivasyon konusunda eksikliklerimi’ hatırlattı. Genç bir gazeteci olduğu yıllarda özellikle Cihat Baban başta olmak üzere meslek büyüklerinden nasıl ‘hadi gidip bir iki kadeh içelim, dertleşelim’ teklifleri aldığını, o sohbetlerin gazete için ne kadar yararlı işlevler gördüğünü anlattı. Satır aralarını da dinleme yeteneğim olduğu için bunun esasen dertleşmekten ziyade genç gazetecilerin motivasyonlarını yükseltmeye yönelik bir davet olduğunu, böyle yapmadığım için Hakkı Bey tarafından hatalı bulunduğumu da anladım.
Geçtiğimiz günlerdeki ‘motivasyon’ olayından sonra konu üzerine bir kere daha düşündüm.
Hatırlayacaksınız Kadir İnanır, TGRT için çektiği dizisinde oynayan genç ve güzel mankenleri bir yandan oyunculuğa ısındırmak, öte yandan da dizideki rollerine adapte etmek için değişik bir motivasyon yöntemi kullandığını açıkladı.
GSM operatörlerinin kısa mesaj servislerinin desteği de alınarak yürütülen bu motivasyon biçimi için Kadir İnanır’ın kendince haklı gerekçeleri de var. Örneğin dünkü Sabah’ta şöyle diyordu: “Ayşe Hatun Önal’a bakıp, ‘seni öyle seviyorum ki, gözlerine baktıkça ciğerlerim çatlıyor’ diyeceğim. Duygu olmazsa bu sözler söylenebilir mi ya..” (Aşktan çatlayan ciğerler! Düşünmek bile insanın sırtının ürpermesine yol açıyor.)
Şimdi bir yandan gazetedeki arkadaşlarımın cep telefon numaralarını tespit ediyorum, öte yandan kime hangi mesajı yollarsam daha iyi motive olabileceğini hesaplamaya çalışıyorum. Takdir edersiniz ki bu genç mankenlere mesaj yollamaya pek benzemiyor, onun için biraz vakit alacak bir işe giriştiğimin de farkındayım.
Sizlere önceki hafta sözünü ettiğim ‘Riding the Waves of Culture’ isimli kitabın da bir bölümü bu konuya ayrılmış.
Bizim gazetenin ‘şirket kültürü’ bu kitaptaki tanımlamalara göre ‘kuluçka makinesi’ne uyuyor. Bu özelliğiyle Radikal’in aslında bir Türk gazetesi değil, bir İsveç gazetesi olduğunu da yüzümüz kızarmadan rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani çalışanlar arasındaki ilişkilerin ‘paylaşılan yaratıcı süreçten türeyen ayrıntılı ve kendiliğinden ilişkiler’ olduğu bir kurum kültürü. Birlikte yaratıcılığı teşvik eden, doğaçlama yaparak kendini kurumun iç değişimlerine uyduran, yaratıcı fikirleri reddetmeyen bir süreç.
Kitaba bakılırsa motivasyon için para vs. gibi maddi değerler işe yaramıyor. Yani ‘İsmet istediğin Land Rover’i aldım, anahtarı ulaştırmada, güle güle kullan’ diye SMS yollamanın anlamı yok. ‘Senin üstüne gazeteci tanımıyorum, bu işi de başardın bravo Demircan’ gibi ‘içkin tatmin’ biçimleri de bizim gazetede işe yaramayacak. Trompenaars ve Hampden-Turner (kitabın iki yazarı, yönetim guruları) bu durumda motivasyon için ‘yeni gerçeklikler yaratma sürecine katılmanın sağlanmasını’ öneriyorlar ki ben de zaten farkına varmadan bunu yapıyormuşum. Nesir konuştuğunu çok sonra fark eden Voltaire’in oyun kahramanı gibi.. Bakalım Hakkı Bey bu durumda bana hangi anısını anlatacak?