Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Nasıl tanıttık ama?

Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazandığı maçı Kopenhag’da seyrettim. Fenerbahçeli olduğumu bilen arkadaşlarım bunu yadırgadılar.

Onlara futbol seyretmeyi sevmekle takım tutmak arasında önemli bir fark olduğunu söyledim. Evet Fenerbahçeliyim ama Galatasaray’ın bu sezon oynadığı futbolu seyretmek bana zevk veriyor. Tıpkı Manchester United’ı, Hollanda Milli Takımı’nı, Brezilya Milli Takımı’nı seyretmekten zevk aldığım gibi… Bu takımları da tutmuyorum ama seyrediyorum.
Hakkı Bey dün yazdı. Maçtan sonraki iki gün içinde Türk basınında Galatasaray’ın başarısı ile ilgili tam 190 köşe yazısı çıkmış. Dehşet verici bir rakam. Bu yazıları yazanların en az dörtte üçünün de hayatlarında ilk kez futbol yazısı yazdığına, ilk kez canlı olarak bir maçı izlediklerine de bahse girerim.
Sadece bu tablo bile bir futbol takımının başarısını kutlamanın nasıl çivisini çıkardığımızı bize gösteriyor olmalı.
Hakkı Bey’in sözünü ettiği 190 yazının tümünü değilse bile sanıyorum en az 100’ünü okudum. Rüzgâra karşı durmak gibi olacak belki ama bu yazılardaki bazı büyük iddialar hakkında da birkaç söz söylemek istiyorum.
Türkiye’nin tanıtımı meselesi: Yazarların ortak kanısı bu final maçının ve kupanın alınmasının Türkiye’nin tanıtımına olumlu bir katkı yapacağı şeklinde. Bunu iyi anlayamadım. Boca Juniors maçını izleyip Arjantin hakkında ne kadar bir fikir sahibi olabilirsiniz ki Galatasaray’ı seyreden bir dünyalı Türkiye hakkında fikir sahibi olabilsin?
Yani dünyanın herhangi bir yerindeki sıradan bir insan çarşamba gecesi televizyondaki harika maçı izledikten sonra şöyle mi dedi: Vay be Türkiye ne muazzam bir ülkeymiş, hemen bu tatilde oraya gidelim! Yoksa şöyle mi düşündü: Güzel bir maç seyrettim, Türkler daha iyi oynadı ve kazandı. Aferim onlara… Doğru yanıt ikincisi olmalı.
Eğer bu maçlar vesilesiyle yapılan televizyon yayınlarının bizi tanıtmakla ilgili bir rolü olduysa o da bence çok iyi bir tanıtım olmadı: Yerde yatan bıçaklanmış kardeşine suni teneffüs yapmaya çalışan bir insanın kafasına tekme atan bir Türk, iki kişiyi bir meydan kavgasında bıçaklayarak öldüren gözü dönmüş insanlar, Kopenhag’ı birbirine katan ve sarhoş İngiliz holiganlarla meydan kavgası yapan sarhoş Türk holiganları.. 8 kişinin öldüğü, 40 kişinin yaralandığı kupa kutlamaları..
Bunun iyi bir tanıtım olduğunu söyleyemeyiz. Bunu söyleyemeyeceğimiz gibi futbolu kendisine bahane eden bu şiddet histerisine bir çözüm bulmalıyız. Aynı vahşet görüntülerinin önümüzdeki ay Hollanda ve Belçika’da da sergilenmemesi için tedbirler almalıyız.
Faruk Süren’i kurtaralım: Faruk Süren Galatasaray’ın başkanı. Galatasaray’ın nasıl kötü yönetildiğini, Türkiye’nin en çok forma gelirine, yüksek naklen yayın gelirine, en yüksek hasılat ve trilyonluk UEFA yardımına sahip takımının kasasında tek kuruş olmadığını herkes biliyor. Şimdi bazı sivri zekâlı yazarlarımızın ve gazetelerimizin öncülüğünde, popülizmi sınır tanımayan milletvekillerimizin girişimiyle Galatasaray’a devlet bütçesinden para yardımı yapılmak isteniyor. Neden? Faruk Süren ve arkadaşları onları da batırsın diye mi?
Galatasaray’ın başarısı Süren ekibinin değil futbol şubesinin, teknik kadrosunun ve oyuncularının eseridir, ödüllendirilecek birileri aranıyorsa adres orasıdır. Beceriksiz yöneticilerin batma noktasına getirdiği kulüpleri kurtarmak devletin işi değildir. Devletin parası varsa işe sokak çocuklarını barındıracak yurtlar yapmakla niye başlamıyor? Ya da daha hâlâ çadırlarda barınan 100 bine yakın depremzedeye birer ev niye bulunamıyor?
Biliyorum bazı fanatikler bunları yazıyor olmamı Fenerbahçeliliğimle izah edecekler, küfür dolu yüzlerce mektup ve mail alacağım vs. Ne yapalım doğru söyleyenin kaderi de Türkiye’de genellikle budur zaten..