RADİKAL

Polis devletine bir adım daha

Haberleşme özgürlüğü Anayasamız tarafından garanti altına alınmış bir kişisel hak. Anayasa’nın 22. maddesi bu hakkın usulüne göre verilmiş bir mahkeme kararı olmaksızın kısıtlanamayacağını güvence altına alıyor.

Anayasa’nın bu buyruğu ve CMUK’un 91. maddesinde yer alan ‘mektup, telgraf sair mersulelerin zaptı’ hükmü, sanıklara yollanan bu tür haberleşme araçlarının kontrolüne izin veriyor.
Yasalarımızda telefon ve bilgisayar haberleşmesinin izlenmesi ve dinlenmesine ilişkin bir hüküm bulunmuyor. Ancak mahkemeler savcıların müracaatları üzerine telefon dinlenmesine izin verebiliyorlar.
Radikal’in 1997 yılının mart ayında ortaya koyduğu belgeler, bu hakkın DGM’nin ‘itiraz yolu açık gizli kararı’ ile suçluluğundan kuşku duyulan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkes açısından yok sayıldığını gösteriyordu.
Anayasa ve yasalara açıkça aykırı bu karar Radikal’in yayını üzerine harekete geçen ÖDP’nin başvurusu üzerine iptal edilmişti. Ancak bu karar gereği daha önce Emniyet ile Telekom ve GSM hizmet sağlayıcılarının santralları arasında kurulan bağlantının kesilip kesilmediği meçhuldü.
En son ortaya çıkan ‘koca kulak’ skandalı da ortaya koydu ki DGM’nin dinleme kararının iptaline rağmen Emniyet ve haberleşmeye aracılık eden kuruluşlar bu bağlantıyı kesmemişler. Mahkeme kararına rağmen Anayasa’ya aykırılık suçunu işlemekte bir sakınca görmemişler.
Bugün Radikal’de yer alan bir haber, hükümetin telefon ve bilgisayar haberleşmesinin dinlenmesine yasal bir zemin hazırlama çabası içinde olduğunu ortaya koyuyor.
Yeni İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın talimatıyla hazırlanan bir tasarı telefon dinleme için mahkeme kararını şart koyarken, bu kararın verilmesi için de ‘kuşku’yu yeterli buluyor.
Osman Aydoğan’ın haberine göre tasarıda telefonları dinlenebilecek ‘suçluların’ kapsamı son derece geniş ve belirsiz. Bu genişlik ve belirsizlik karşısında Anayasa ile güvence altına alınmış haberleşme özgürlüğü ciddi bir tehdit altına girmiş bulunuyor.
Keyfiliğe son derece açık tanımlamalarla, demokratik hiçbir ülkede benzerine rastlanmayacak sertlikteki Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu birleşince başımıza nelerin gelebileceğini tahmin etmek hiç de zor değil.
Türkiye Cumhuriyeti, vatandaşlarının tümünü sırf bazı memurlarının ‘kuşkusu’ ile suçlu olarak görmeye ve onlara suçluymuş gibi davranmaya hazırmış gibi davranıyor.
Elbette demokratik bir ülkede suçun önlenmesi de en az suçlunun yakalanması kadar önem taşıyor. Yasalar, kişisel hakların özüne dokunmadan emniyet görevlilerinin suçu önlemeye yönelik girişimlerine zemin hazırlayabilirler. Ancak şu anda hazırlanmakta olduğu biçimiyle tasarı doğrudan kişisel hakların özünü hedef alıyor. Dinleme kararının verilmesi için kuşkular yeterli görülüyor, keyfi kuşkulanmalara zemin hazırlayacak geniş tanımlamalar yapılıyor. Dinleme görevini yerine getireceklerin denetimine ilişkin tatmin edici düzenlemeler de göze çarpmıyor.
Tasarı henüz hazırlık aşamasında olduğu için aslında henüz kaybedilmiş bir şey yok. İçişleri Bakanlığı’nın, hükümetin ve son olarak da TBMM’nin yasa görüşülürken dikkat etmesi gereken husus, keyfi uygulamalara zemin yaratacak genel ve geniş tanımlamalarla yetinmek yerine, sınırları son derece açık, önceden tarif edilmiş ve uygulanması mahkemelerin denetimine açık bir düzenlemede ısrar etmek olmalı.
Bir müsibetin ortaya çıkardığı bu durumla mücadele edelim derken yeni müsibetler yaratmamaya, ülkeyi bir polis devletine dönüştürmemeye dikkat etmeliyiz.