İşkenceyi önlemek, sanıklara kötü muamele edenleri ve işkence yapanları cezalandırmak medeni bir devletin tüm kurumlarının ilk işi olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bugüne kadar kimbilir kaç defa işkence ve kötü muamelenin önlenmesi ile ilgili olarak genelge yayımladılar.
Birçok uluslararası anlaşmaya imza attılar.
Türk Ceza Yasası’nda kötü muameleyi, bilgiye ulaşmak için güç kullanmayı cezalandıran hükümleri zaman içinde ağırlaştırdılar.
Israrla, işkencenin Türkiye’de sistematik bir olay olmadığını, görev çizgisinin sınırlarını aşan bazı kişilerin eylemleriyle sınırlı olduğunu savundular.
Yasalarımız işkenceyi bir fiil olarak açıkça tarif etmese de yüksek yargı organları çeşitli davalarla ilgili verdikleri kararla fiilin sınırlarını belirlediler.
Bütün bunlara rağmen işkenceyi önlemek mümkün olmadı.
Türkiye, sanıkların işkence altında alınmış ifadelerine dayanılarak mahkûm edildikleri bir ülke haline geldi ve bu durumunu koruyor.
Sadece gençler, yetişkin erkek ve kadınlar değil, yaşlılar, çocuklar ve hatta bebekler bile Türkiye’de işkence kurbanı oldular. Genel kanının aksine sadece siyasi suçlardan sanık olanlar değil, basit bir kapkaç için karakollara düşenler bile aynı muameleyi gördüler.
Türkiye’de hiç bir Cumhurbaşkanı böyle bir olay duyulduğunda karşısına İçişleri Bakanı’nı çağırıp bunun hesabını sormadı.
Hiçbir Başbakan, hiçbir İçişleri Bakanı, Emniyet Müdürü’nü karşısına alıp “Bir daha böyle bir şey duymak istemiyorum” demedi.
Güvenlik teşkilatımızın üst yöneticileri, emniyet müdürleri, emniyet amirleri doğrudan doğruya kendi mesleklerinin onurunu ilgilendiren böyle bir konuda göstermeleri gereken titizliği göstermediler. Bizzat kendi mesleklerine zarar veren bir mesleki dayanışma duygusu içinde davrandılar, işkence yaptığından kuşkulanılan görevlileri korudular, birçok olayda yakalayıp mahkemeye çıkmalarını bile sağlamadılar. Örneğin Eskişehir’de sanıklara kötü muamele yapan bir görevliyi mesleğini icraya devam etmesi için Van’a göndermekten çekinmediler.
Sanıklara kötü muamele eden, işkence yapan güvenlik görevlileri önce bizzat amirleri, sonra da Memurin Muhakemat Kanunu tarafından açıkça korundular, kollandılar.
Yürütmenin, yargının, yasamanın bütün ‘yazılı’ işlemleri bu yüzden hiçbir işe yaramadı.
Artık açıkça görülüyor ki Türkiye’de işkencenin hâlâ bir sorun olarak varlığını korumasının sebebi bu tablodur.
Bu nedenle önce devletin en üst yöneticilerinin sonra da bizzat emniyet yöneticilerinin işkence ve kötü muameleyi kendi sorunları gibi görmeleri gerekiyor.
Eğer İstanbul Valisi karakolda bulunan falakaya ve filistin askısına bakıp “ne olmuş yani” diyebiliyorsa, bırakın başka yerleri, İstanbul’da işkence önlenebilir mi?
Vali’nin yapması gereken karşısına bütün yöneticileri çağırıp bu ayıbı artık bir daha görmek istemediğini en sert bir şekilde söylemek olmalıydı. İstanbul Emniyet Müdürü, teşkilatının başarılarının böylesine iğrenç bir suçlamayla gölgelenmesine razı olmamalı, bunun sorumlularını en başta kendisi cezalandırmalıydı.
Birçok polis tanıyorum. İçlerinde çeşitli kademelerde yöneticilik yapanlar da var. Hepsinin nasıl bir fedakârlıkla görevlerini yerine getirmeye çalıştıklarının yakın tanığıyım. Çocuklarını ve evlerini günlerce göremediklerini, uyumadıklarını biliyorum. İstanbul kendisi kadar büyük öteki metropollerle kıyaslanamayacak şekilde bir suçsuzluk cenneti haline geldiyse, bu her kademedeki görevlilerin fedakârlıklarıyla oldu. Görevi başında hayatını kaybeden polisler, biz rahat uyuyalım diye öldüler.
İşkencecileri koruyanları bu yüzden de affedemiyorum. Katil ruhlu sadistleri koruyalım derken bu yöneticiler kendi mesleklerine de ihanet ediyorlar.
İşkence ve kötü muameleyi önlemek herkesten önce kendi mesleğine saygı duyan emniyet yöneticilerinin ve polislerin işidir. Onlar bunu ciddiye aldıkları zaman, yayımlanan genelgelerin, çıkarılan yasaların işe yaradığını, uluslararası anlaşmalarla verilen sözlerin de tutulmaya başlandığını göreceğiz.