Bu seçimin bugüne kadar yapılanlardan en önemli farkının ‘heyecansızlık’ olduğu konusunda genel bir kabul var. Bu konuda daha önce aynı görüşü paylaştığımı, halkın ilgisinin bu kadar az olduğu bir başka seçimi 22 yılı geçen gazetecilik yaşamım boyunca görmediğimi yazmıştım.
İlgisizliğin nedeni üzerinde genel kabul gören yaklaşım 28 Şubat sürecinin etkilerinin seçime olan alakayı azalttığı şeklinde.
Bu görüşe bir noktaya kadar katılmak mümkün. 28 Şubat süreci politikanın merkezine İslam’ı koyanlar açısından büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Bu görüşün TBMM’deki savunucusu olan parti, en çok milletvekiline sahip olmasına rağmen hükümette kalmayı başaramadı. Sonraki hükümet tartışmaları içinde de tecrit edilmişlik duygusuna kapıldı.
Unutmamak gerekir ki 28 Şubat süreci olarak tanımlanan olaylar dizisini yalnızca gücünü MGK’dan alan bir grup politikacı, sivil-asker bürokratın kişisel iradesi oluşturmadı.
28 Şubat süreci toplumsal bir destek de buldu ve bu destek özellikle Refah Partisi’ne ve onun hükümet uygulamalarına karşı olanlardan oluşan geniş bir kitleyi kapsıyordu.
‘Bize iktidar vermezler’ umutsuzluğuna kapılan ve geçen seçimde oyların beşte birini alan siyasi hareketin yandaşlarının ilgisizliğini bu gerekçe açıklıyor, ancak yeterli değil.
HADEP’in seçimlere katılmasının dün Anayasa Mahkemesi kararıyla kesinleşmesinden sonra, ‘hangisini seçelim ki’ şeklinde kendini gösteren siyasi yelpazenin yetersizliği sorunu da ortadan kalkmış bulunuyor. Seçime katılan 20’den fazla partiden bir tanesini bile insan kendi siyasi görüşüne yakın bulamıyorsa, burada sorun partilerden ziyade o insan tipinde aranmalı diye düşünüyorum.
Geçmiş seçimlerin sonuçları, Türkiye’de seçmenin ezici bir çoğunluğunun merkez partilerine oy verme eğiliminde olduğunu ortaya koyuyor. Demek ki böylesine genel bir ilgisizlik varsa bu sorunun yanıtını merkezin iki kanadında yer alan geleneksel partilerimiz ANAP, DYP, CHP ve DSP’de aramalıyız.
DYP kampanyayı en erken başlatan parti oldu. ANAP gösterişli miting dizisiyle kampanyasını dün başlattı. CHP aynı şekilde. DSP her zamanki gibi. Ağır, liderinin yaratacağı heyecana bağlı bir kampanya sürdürecek.
Benim kişisel görüşüm seçim heyecanının düşüklüğünün nedenini kampanyaların içeriğinde aramanın daha doğru olacağı şeklinde.
Kampanyaların ortak özelliği çok söz söylenmesine karşılık geniş ve umutsuz kitlelerde heyecan yaratacak bir söylemin geliştirilememiş olması. Ortada ne Özal’ın ‘çağ atlama’ programına, ne de Demirel’in ‘iki anahtar’ hayaline benzer, umutsuz insanlarda hayal gücünü harekete geçirtmeye yönelik bir program var. SHP’nin ‘limon’lu kampanyası türünden az sözle çok şey söyleyen bir siyasi ‘mesaj’ da duyulmuyor. Kampanyalar liderleri ön plana çıkarırken geçtiğimiz dönemde özellikle ANAP ve DYP’nin çok kullandığı türden ‘kadro gösterisini’ de ihmal ediyor.
Merkez partileri belki tutamayacakları boş vaatleri vermekten çekiniyorlar ancak bugüne kadar kulağı bu tür vaatleri duymaya alışmış kitleleri de harekete geçiremiyorlar.
Önümüzdeki günlerde kampanyalar ilerledikçe bu handikabın giderilip giderilemeyeceğini göreceğiz. Heyecansızlık yüzünden katılımın düşük olması durumu en çok merkez partilere zarar verecek. Umuyorum partilerin kampanyalarını yönetenler bu gerçeğin farkındadırlar.
