Yılanın başını küçükken ezeceksin!
Bugün Radikal’in birinci sayfasındaki Hatice Yaşar’ın haberini dikkatle okuyun. Okumakla kalmayın, kesin duvarınıza asın. Asın ki her sabah yataktan kalktığınızda nasıl bir ülkede yaşamakta olduğunuz kafanıza dank etsin. Hatta bir fotokopisini çıkarıp (elbette ikinci bir gazete alıp onu kesmenizde benim açımdan bir sakınca yok) onu da işyerinizdeki panonuza takın. Herkes okusun.. Okusun ve nasıl bir ülkede yaşamakta olduklarını onlar da anlasın.
Olayı hayal meyal hatırlıyorum. 6 Ekim 1998’de derslerinin boş geçmesine kızan bir grup ilkokul öğrencisi bir protesto gösterisi yaptılar. Harçlıkları ile aldıkları kartonların üzerine ‘Öğretmen istiyoruz’ diye yazıp okul civarında ‘yürüyüş’ yaptılar. O tarihte yaşları 11 ile 13 arasında değişen 30 çocuk bu yürüyüş sırasında kimseye saldırmadılar. Kimseyi dövmediler. Kimsenin camını kırmadılar. Çocukça bir protesto gösterisi yaptılar. Ve eminim bunu yaparken de çok eğlendiler. Çok güldüler. O yaşlardaki bütün çocuklar gibi..
Şimdi bu çocuklardan beşi kız, birisi oğlan altı tanesi 16 Aralık’ta hâkim karşısına çıkartılacaklar.
Suçları çok ağır. Türkiye’yi medeni bir demokrasi zannettiler ve bunun bedelini ödeyecekler. 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 28/1 maddesine göre haklarında bir buçuk yıldan üç yıla kadar hapis ve 3 milyon 930 bin liradan 9 milyon 825 bin liraya kadar ağır para cezası isteniyor. ‘Yılanın başı küçükken ezilmeli ki’ büyüyünce başımıza bela olmasınlar.
Atatürk Çiftliği İlköğretim Okulu’nun öğrencileri geçen yıl yürüyüş yaptıkları sırada ikisi dışında tüm derslerini ‘boş’ geçirdiler. Kendi öğrenciliğimden ‘boş’ geçen derslerin ne kadar eğlenceli olduğunu çok iyi hatırlıyorum. Ama bizimki Milli Piyango’dan büyük ikramiye çıkması gibi bir şeydi. Yılda iki – üç kere o da bir öğretmen hastalanınca olurdu ve mümessil sınıfa girip ‘ders boş’ dediğinde alkışlarla kutlanırdı. Demek ki her şeyin fazlası gibi derslerin çoğunun boş geçmesi de insanda bıkkınlık duygusu uyandırıyor.
Bu olaya bakıp o kadar çok şey yazmak mümkün ki..
İsterseniz Avrupa Birliği’ne adaylığımızdan söz edip, bu çelişkiyi vurgulayabilirsiniz. İsterseniz demokratik hakların kullanımı konusunda çocuklarımızı nasıl eğitmemiz gerektiğinden bahsedebilirsiniz. İsterseniz şu kadar öğretmen eksiği olan bir ülkenin doğru dürüst gelişemeyeceğini anlatabilirsiniz. Milli Eğitim’i yönetenlerin görevlerinin her derse bir hoca bulmak olduğunu yazabilirsiniz. Savcıların, çocukça protestolarda bulunan öğrencileri suçlamak yerine, asıl Anayasa’nın verdiği görevi tam olarak yapmayan kamu görevlilerini kovuşturmaları gerektiğini yazabilirsiniz. Bu listeyi sonsuza kadar uzatabilirim.
Ama en acısı sanıyorum şu: Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki ilkokul öğrencileri okullarının bahçesindeki fosseptik çukurlarına düşüp boğulabiliyorlar.. Aynı çocuklar derslerinin boş geçmesine isyan edince hapisle yargılanabiliyorlar. Aynı çocuklar ‘terörle mücadele’ bahanesi altında coplu tecavüzlere uğrayabiliyorlar. Aynı çocuklara işkence edilebiliyor, o işkenceyle alman ifadelere dayanılarak mahkûm edilebiliyorlar..
Ve bütün bunlar ‘dünyada ilk kez çocuklara bir milli bayramın adandığı’ bir ülke olmakla övündüğümüz Türkiye’de oluyor. Bizim ülkemizde.. Cennet vatanımızda..