Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Sen sus da gözlerin konuşsun

 Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinin dışında bırakılmamızdan sorumlu tuttuğumuz Almanya ile aramızda yeni bir kriz patlak verdi.

Mesut Yılmaz’ın İngiltere’de yayımlanan Financial Times gazetesine verdiği demeçte kullandığı bir kelime, Almanya’nın biraz da suçluluk kompleksi ile yerinden sıçramasına neden oldu.

Yılmaz bu demecinde Almanya’nın Avrupa politikasını eleştiriyor ve Almanya’nın Doğu Avrupa’yı ‘lebensraum’ olarak gördüğünü söylüyordu. Lebensraum kelimesi vaktiyle Hitler terminolojisinde ‘hayat alanı’ anlamında kullanılıyordu. Dün Ankara’dan yapılan açıklamalar Yılmaz’ın bu kelimeyi aslında ‘arka bahçe’ anlamında kullandığı, Almanların bu konuda biraz fazla hassasiyet gösterdikleri şeklindeydi.

Bugün Alman politikasında etkin olan kuşak bütün bir yetişme çağı boyunca Hitler’in ve Nazi politikalarının verdiği aşağılık kompleksi ile yaşadı.

Nazilerin tüm insanlığa ve özellikle de Yahudilere karşı işlediği insanlık suçlarının bedelini herkesten önce bu kuşak ödedi.

Kendi ana babalarının geçmişinden utanma ve kendisini bu aşağılık suçlardan uzak tutma çabası bu kuşağın yetişmesinde en önemli sorun oldu.

Bir demeçte bilinçsizce kullanılan bir tek kelimenin, tüm Alman hükümetini bir yerine iğne batmışçasına yerinden fırlatıvermesinin nedeni de aslında bu.

Bütün yaşamı boyunca kendisini geçmişin suçlarından uzak tutmaya özen gösterenlerin ve her fırsatta ana babalarının yaptıklarından dolayı insanlık önünde özür diler konumda kalanların böyle bir hassasiyet göstermeleri son derece doğal.

Almanya’nın Avrupa’nın genişleme sürecine ilişkin olarak izlediği politikaların ‘Nazi’ izler taşıdığını ben de köşemde sık sık yazdım. Ama sonuçta ben bir gazeteciyim. Yazdığım şeylerin sorumluluğunu yalnızca ben taşıyorum. Oysa Mesut Yılmaz bu ülkenin başbakanı. Söylediği sözlerin yankıları Türkiye Cumhuriyetinin uluslararası konumunu ve diğer devletlerle ilişkilerini yakından etkiliyor.

Bu yüzden Mesut Yılmaz’ın demeç verirken ağzından çıkanı kulağının duymasını beklemek de kamuoyunun hakkı.

Aralık ayının ortalarından beri hükümet, Avrupa ile ilişkilerinde ilginç bir çizgi izliyor. Sanki Avrupa Birliği diye bir yer yokmuş, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek gibi bir ulusal politikası hiç olmamış gibi davranıyor. Ne Kopenhag kriterlerine uyum için gerekli adımlar atılıyor ne de Avrupa’da Almanya dışındaki güç odakları nezdinde bir politika yürütülüyor. Avrupa ile ilişkiler sanki Cumhurbaşkanı’nın özel ilgi alanıymış gibi davranılıyor.

Cumhurbaşkanı da elinden geldiğince Avrupa’da turlayıp Türkiye’nin görüşlerini anlatmaya ve destek bulmaya çalışıyor.

Onun için Yılmaz’a Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğuna inananlar adına çok rica ediyorum: Bir şey yapmıyorsunuz, bari gölge etmeyin!.