RADİKAL

Sevdiğim insanlar -1

 Hakkı Devrim cuma günü yayımlanan köşesinde “Bahri Savcı ve’ bizim Mülkiyeliler” başlıklı yazısında Bahri Hoca’nın ardından gazetelerde çıkan yazılara değiniyor ve “inşallah hocalarına bu sevgilerini onun sağlığında da duyurmuş ve onu mutlulukların en büyüğüne eriştirmişlerdir” diyordu.

Hakkı Devrim’in yazısı Sabahattin Eyüboğlu’ndan aktardığı bir anekdot ile tamamlanıyordu: “Benzer vesilelerle hep rahmetli Sabahattin Eyüboğlu’nun bir sözünü hatırlarım. Cenazelere gönderilen çiçeklere bakar ve Çocuklar’ derdi; cenazemi beklemeyin de bana göndereceğiniz çelenkleri sağlığımda çiçek halinde getirin ki tadını çıkarayım.”

Hakkı Devrim’in yazısını okuyunca sevdiklerimin ardından yazdığım yazılar geldi hatırıma. Değerlerini ve sevgimi hatırlamam için sanki onların ölümünü beklemişim gibi davrandığımı fark ettim.

Bir tek rahmetli babam ve tanrı uzun sağlıklı ömür versin Çetin Altan için bu kuralı bozmuşum. Onun dışında sevdiğim birçok insana, sağlığında söyleyemediğim sözleri, son yolculuklarına çıkarken bir mendil gibi sallamışım sanki.

Artık büyük sözü dinleyeceğim ve böyle davranmayacağını. Bugün sizlere eski patronum, gazetecilikteki ilk hocam Mehmet Ali Kışlalı’yı anlatacağım.

Mehmet Ali Ağabey ile tanıştığımda Siyasal Bilgiler Faküitesi’nin üçüncü sınıfına yeni geçmiştim. Bu tanışmanın ilerdeki bütün hayatımı etkileyeceğini hiç düşünmemiştim.

Kışlalı o yıllarda haftalık Yankı Dergisi ve ingilizce Out Look dergilerini yayımlıyor, Time ve New York Times gibi yayınların da Ankara muhabirliğini yürütüyordu. Beni Konur Sokak’taki Yankı bürosunda kabul etti. “Bu iş zordur” dedi. “Zengin olmayı düşünmüyorsun değil mi” diye sordu. Ne dediyse hepsini kabul ettim. İlk işim linotipte dizilip, prova tezgâhında sayfa haline getirilmiş yazıların tashihlerini okumaktı. Bunun bir gazetecinin yetişmesinde ne kadar önemli olduğunu çok uzun yıllar sonra anlayabildim ama o günlerde nefretle yapıyordum.

Sonra bir gün bana “Hayat Böyle Geçer’i sen yaz” dedi. Yankı’nın bu köşesi Time’ın “Milestones” köşesinin bir benzeriydi. Hafta boyunca bütün haberleri tarar, biriktirir; kim nereye tayin olmuş, kim evlenmiş, kim ölmüş, onları ikişer cümlelik metinler halinde yeniden yazardım. Kısa yazmayı ve kısa yazılmış haberin gücünü bu sayede öğrendim.

Gazetecilik mesleğinin topluma ayna tutmak olduğunu; olayların tarafı değil, izleyicisi olduğumu defalarca masama fırlatılan üzeri kırmızı kalemlerle çizilmiş yazılar sayesinde öğrendim. Bazen bir haberi 8 – 9 kez yazdığımız olurdu. İtiraz edemez, Mehmet Ali Ağabey’in şekeri yükselmesin diye sesimizi çıkarmadan oturur yazıları yeniden yazardık.

O yıllarda siyasetçilerle gazetecilerin özel ilişkileri bugünkü kadar iç içe geçmemişti. Siyasetçilerin ve onların afra tafrayla taşıdıkları unvanların geçici olduğunu, evrensel gazetecilik prensiplerinin kalıcı olduğunu da Kışlalı’dan öğrendim.

0 biz genç gazetecilerin patronuydu, ama hepimiz ona ‘ağabey’ derdik. O günler gazetecilerin ve patronların bir aile gibi yaşadıkları, patronların gazetecilikle ilgili hataları acımasızca sorguladıkları günlerdi.

Bugün bile her sabah Radikal’de bir hata gördüğümde tüylerim diken diken oluyor. Sonra Mehmet Ali Ağabey’in burada olmadığını hatırlıyor ve rahat bir nefes alıyorum.