Hanife Şenyüz’ün bugünkü Radikal’de yayımlanan haberi kamu bankalarının özelleştirilmesi ile ilgili önemli bir engelin daha aşıldığını ortaya koyuyor.
Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’ın başkanlığında önceki gün toplanan koordinasyon kurulu, kanun hükmündeki kararnameye son şeklini verdi ve Ziraat, Halk ve Emlak bankalarının piyasa koşullarına göre çalışmalarını sağlamaya yönelik değişikliklerin düğmesine bastı.
İlk bilgiler bu üç kamu bankasının özerkleştirilmesi konusunda siyasilerin ellerindeki yetkileri devretmeye pek o kadar da istekli olmadıklarını ortaya koyuyor.
Üç banka için özelleştirmeyle sonuçlanacak bir özerklik öngörülmüştü. Bankalar Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre çalışacaklar, yöneticilerinin göreve gelmesinde ve görevden atanmasında siyasi etkiden uzak olacaklardı. Ancak Şenyüz’ün tesbitlerine göre bu hüküm ‘yumuşatıldı’. Bankaların yöneticileri genel kurulları tarafından seçilecek ancak seçim ilgili devlet bakanlığının önerdiği isimler arasından yapılacak. Görevden alma işlemlerinde de aynı şekilde siyasi tercihler ön plana çıkıyor.
Son 20 yılın önemli bütün yolsuzluklarında kamu bankaları baş rol oynadı. Bunun dışında bankaların mali yapısını bozan siyasi tercihler, bu bankaları giderek ekonominin sırtında bir yük haline de getirdi. Türk siyaseti bu bankaların olanaklarını siyasetin finansmanı için ya da yandaşların arpalıkları olarak kullanmakta tereddüt göstermedi. Özerkleştirme ile ilgili düzenlemenin bu kadar uzamasının ardında da esasen bu bankaları arpalık olarak kullanma isteğinin yattığı herkesin malumu. Nitekim Dünya Bankası’nın mali sektör kredisinin durdurulması da bu temel istek nedeniyle reformun gecikmesinden kaynaklandı.
Öteki kamu iktisadi teşekküllerinin özelleştirmesinde ortaya çıkan engel bu işte de karşımızda: Siyasetçiler, ellerindeki iktisadi gücün alınmasına ayak diriyorlar.
Bir kez daha ortaya çıkıyor ki Türkiye’de özelleştirmenin önündeki engel ne sendikalar, ne sol muhalefet ne de yasalardır. Özelleştirmenin önündeki gerçek engel bu kuruluşların esasen siyasetçiler için bir arpalık olarak görülmesinden ve siyasetçilerin bundan vazgeçmek istememesinden kaynaklanıyor.
Uygulanmakta olan istikrar programı başta dar gelirliler olmak üzere herkes için önemli fedakârlıklar gerektiriyor. Ancak belli ki Türk siyaseti ne bu fedakârlığa katlanmaya razı ne de böyle bir niyeti var. Bu yanlışlığın Bakanlar Kurulu’nda düzeltileceğini ümit etmek istiyoruz.