RADİKAL

Silahlı Kuvvetler Partisi

 Türkiye’nin son derece garip bir süreçten geçtiğini görmek için bilmiyorum daha fazla kanıta gerek var mı? Ama yine de insan kendini gördüklerini yazmaktan alıkoyamıyor.

Ben gazeteciliğe Yankı Dergisi’nde başladım. 12 Mart muhtırasının Türk siyaseti üzerindeki etkileri hâlâ sürüyordu. Seçim yapılmış, koalisyon hükümeti kurulmuştu ama cumhurbaşkanı seçiminden tutun da af yasasına kadar birçok konuda politikacılar askerlerin davranışlarını göz ucuyla kollayarak hareket etmeye gayret ediyorlardı.

Patronumuz Mehmet Ali Kışlalı’nın haber kaynakları nedeniyle Yankı, ‘Asker ne diyor’ diye bakılan bir yayın olmuştu.

0 günlerde bile Silahlı Kuvvetler’in çeşitli kademelerindeki komutanların şimdiki kadar popüler olduğuna şahit olmamıştık.

12 Eylül döneminin de sivrilen komutanları vardı, ama siyasetle en yakından ilgilenenlerin bile bir çırpıda sayabilecekleri general sayısı dördü, beşi zor geçiyordu.

Bir de bugüne bakın. Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, Çevik Bir paşa neredeyse her gün televizyonlarda. Özkasnak Paşa’nın konuşması TV haberlerinde rating arttırıcı bir unsur. Doğu Paşa ile Özbek Paşa’nın icraatları gazete ve televizyonlarda birinci haber.

Bunda bir anormallik yok mu?

Normal şartlar altında kendi işlerini, gizlilik kurallarına uyarak çözme geleneği olan askerler, bütçe gibi en önemli konuları bile kamuoyunun önünde tartışabiliyorlar.

Türkiye’nin en etkili kurumlarından birisi olan Silahlı Kuvvetler iç politikanın bir parçası haline geliyor ve biz bunu seyrediyoruz.

Hükümet ile Silahlı Kuvvetler arasındaki görüş ayrılıklarının ilk ipuçları kamuoyuna yansımaya başladığında şöyle yazdığımı hatırlıyorum: Bakalım Necmettin Erbakan olayları sulandırma, içini boşaltma ve sürdürmeye yönelik kendine özgü politikalarıyla bu işin altından kalkabilecek mi?

Öyle görünüyor ki Erbakan’ın politikası bir kez daha tutuyor. Hükümetle ilgili her sorunun uzatıldığını, sürdürüldüğünü, içinin boşaltıldığını, ileri tarihlere ertelendiğini gören askerler, çareyi tartışmayı kamuoyunun önüne çekmekte buluyor. Sonuç olarak geleneklerine uymadığı halde kameralar karşısında konuşmaya, sorunlarını halkın önüne götürmeye başlıyorlar.

Televizyonlarda ve gazetelerde her gün bir askeri yetkiliyi görmeye başlamamızın sorumluluğu bu nedenle askerlerin ‘şöhret merakı’nda değil, Erbakan’ın insanı bıktıran oyalama taktiklerinde aranmalı.

Erbakan ileriki yıllarda sevaplarından çok günahları ile anılacak bir politikacı olmayı bugünden hak ediyor. Ama sanıyorum en büyük günahı orduyu günlük politik tartışmaların içine çekerek ve Silahlı Kuvvetler’i adeta bir muhalefet partisi konumuna sokarak işliyor.