Sınır tanımayan topçular!
AMSTERDAM -Euro 2000’in sloganı ‘Sınır tanımayan futbol’ olarak kabul edildiğinde çok kişi bunu UEFA’nın bir fantezisi olarak karşılamıştı.
Varlıklarını dünya yüzünden ırkçılığın silinmesi için çalışmaya adayan birçok sivil toplum kuruluşunun kullandığı bir deyim bu: Sınır Tanımayan Gazeteciler, Sınır Tanımayan Hekimler gibi..
UEFA ve FİFA’nın amacı futbolun herkesi birleştirici yönünün öne çıkarılması ve ırkçılığın spor sahalarından başlayarak herkesin kafasından atılması.
Dünya futbolunun önde gelen ülkelerinin özellikle milli takımlar düzeyinde, ırkçılık karşıtı görüşlerin güçlenmesine yardım ettikleri de bir gerçek. Örneğin, İsveç forması altında savaşan bir zenci oyuncunun, o ülkede, sırf derisinin rengi farklı olduğu için gizli-açık ayrımcılığa uğrayan kardeşlerinin toplum tarafından kabul edilip, benimsenmesinde çok önemli rolü olduğu tartışılmaz.
Nitekim Euro 2000’de hezimete uğrayan Alman takımının başına gelenler, futbol düşünürlerince bu zeminde açıklanıyor.
Alman futbolunun gerilemekte olduğunun ilk işaretleri 1998 yılında Fransa’da düzenlenen Dünya Kupası sırasında ortaya çıkmıştı. Euro 2000 bu gerilemenin artık ‘dip’ noktasına ulaştığını ortaya koydu. Almanya tarihinde ilk kez bir uluslararası turnuvada 1 puanla grubunun sonuncusu olabildi. 1966’dan beri yenilmediği ‘ezeli rakibi’ İngiltere’ye maç kaybetti, bizim bu gece karşılaşacağımız Portekiz’in ‘B’ takımından üç gol yedi. Almanya bu turnuva öncesi eleme maçlarında da bizim grubumuzdaydı. Eleme grubu maçlarında bize Bursa’da yenildi, Münih’te beraberliği zor kurtardı.
Futbolun sadece basit bir oyun olmadığı Almanya 2000 gerçeği ile bir kez daha ortaya çıkıyor. Almanya, esasen kafasını değiştirememiş olmasının bedelini bu kez futbolda ödüyor. Germen kökenli olmayanları Alman kabul etmeyen zihniyetin mağlubiyeti, aslına bakarsanız bu yönüyle dünyanın öteki halklarını da sevindiriyor.
1998’de Dünya Kupası’nı kazanan Fransız Milli Takımı’nın oyuncularının en önemlileri Fransız kökenli olmayanlardı. Zidane, Desailly, Djorkaef, Thuram, Bogosyan ve arkadaşları Fransa bayrağını göndere çektirirlerken Marsilya’nın, Nice’in, Paris’in göçmen mahallelerindeki Cezayirliler, Gineliler, Ermeniler, Gürcüler de bayram yapıyordu.
Fransa’nın ve Hollanda’nın futboldaki yükselişinin sırrı ırkçılığın en azından bu ülkelerin futbol kamuoyunun kafasından silinip atılmasında yatıyor. Öte yandan Alman Milli Takımı’nın dünyanın en az sevilen futbol takımı olmasının gerisinde de bunu başaramamış olması var.
Alman liglerinde top koşturan birçok yetenekli genç, Alman vatandaşı olmalarına rağmen, sırf anne ve babaları Alman olmadığı için milli takım formasını sadece rüyalarında görebiliyorlar. Futbola yatkın İtalyan, Türk, İspanyol, Hırvat, Sırp kökenli birçok Alman vatandaşı Germen ırkçılığından nasibini alıyor. Bunu bir tek kez o da üç dakikalığına delmeyi başarabilen bir tek oyuncu var: Fenerbahçeli Mustafa Doğan! Ancak o da Avrupa Şampiyonası’nı güneydeki bir tatil köyünde televizyondan seyretmek zorunda kaldı. Ondan daha az yetenekli olanlar Almanya formasını giyerlerken o sırf anne ve babası Türk olduğu için hazırlık kampına çağrıldığı halde nihai kadroya alınmadı.
Evet, futbol sadece basit bir oyun değil. Günümüzün en önemli siyasal ve sosyal sorunlarını geniş kitlelere kolayca anlatabilmenin de bir yolu. Alman milli takımını seçenlere belki de teşekkür etmeliyiz. Bütün insanların sınır tanımaksızın eşit oldukları gerçeğini bize tersinden de olsa gösterdikleri için!