Bu turnuvanın en sıkıcı maçlarının neden Türkiye’nin oynadığı karşılaşmalar olduğu sorusunu kendimize sormalıyız. Bunun tek sebebi Milli Takımımız’ın sahaya oynamaktan çok oynatmamak için çıkıyor olmasıdır.
İsveç ve Belçika maçlarında puan almamızı çeyrek finale çıkmamızı sağlayan bu taktik dünkü Portekiz maçında da sahadaydı. Ama bu sefer bizleri tribünde esnetmekten başka bir işe yaramadı.
Dün Türkiye açısından çok dramatik bir ilk yarı seyrettik. Önce Alpay’ın futbol dışı bir hareketle saha dışına atılması, ardından da Arif’in kaçırdığı penaltı. Böyle bir turnuvada bile bile kırmızı kartlık bir hareket nasıl izah edilebilir? Benim sözlüğümde bunun tek bir adı var: İhanet… Takım arkadaşlarına, futbola, seyirciye ihanet!
Sahada eleme maçları boyunca bütün penaltıları kullanan ve hepsini gole çeviren Tayfur dururken, Hakanlar, Tayfun, Ergün dururken, penaltıyı Arif’e attırma kararını da kimin verdiğini gerçekten merak ediyorum.
Bir penaltıyı gol yapamayan takımın böyle bir turnuvanın yarı finalinde ne işi var? Yarı finalde işimizin olmamasının tek sebebi penaltının kaçması değildi elbette. Mücadele etmeyen, ayağındaki her topu rakibe atan, bütün bir ilk yarı boyunca rakip kaleyi tutan tek bir şut atmayan bir takımımız vardı sahada. Ve böyle bir takımın sahadan çok daha farklı bir yenilgi ile ayrılmamasının tek nedeni mucizelerdi. Kalemizin önüne yerleşen şans meleklerine teşekkür etmeliyiz.
Yine de bir Avrupa Kupası’nda ilk kez çeyrek final oynamak büyük bir başarıydı. Bunun bizlere yaşatan oyunculara ve teknik ekibe de teşekkür etmek gerek.