Meclis’te Cumhurbaşkanı seçilmeye layık milletvekili olup olmadığı tartışmasına kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Hatırlayacaksınız dün TBMM’de bu vasıflarda birçok milletvekili bulabileceğimizi düşündüğümü yazmış ve bir liste vermeye başlamıştım. Dün yazdığım isimleri bir kez daha tekrarlıyorum: Ertuğrul Kumcuoğlu, Cengiz Güleç, İsmail Cem ve Bülent Akarcalı.
Bu isimlere ekleyebilecek daha çok isim var. Önce ilk elde aklıma gelen isimleri yazacağım: Uluç Gürkan, Sema Pişkinsüt, Birkan Erdal, Yılmaz Karakoyunlu, Tunca Toskay, Mehmet Ali İrtemçelik..
İsimleri arttırmak mümkün. TBMM’de iyi bir eğitim görmüş, tarafsızlığını koruyabilecek, geniş kitleler tarafından benimsenebilecek, temsil yeteneğine sahip daha birçok isim bulunabilir. Önemli olan Türkiye’nin bir ‘Türki Cumhuriyet’ olmadığını hiç aklımızdan çıkarmamamız.
Biliyorsunuz Türki cumhuriyetlerde şu veya bu nedenle bir kere devletin başına geçenler, sürekli anayasa değişiklikleriyle bu görevi neredeyse ömürlerinin sonuna kadar sürdürme hakkına sahip olabiliyorlar.
Bugün birçok kişinin Süleyman Demirel’den başka bir alternatif yokmuş gibi düşünmesinin en önemli sebebi aslında Türkiye’nin bir süredir zayıf hükümetlerce yönetiliyor olmasından kaynaklanıyor.
Hükümetler kendi görev alanlarına giren konularda bilinen siyasi zayıflıkları nedeniyle hareketsiz kaldıkları için Cumhurbaşkanı öne çıkıyor, aslında hükümetlerin yapması gereken işleri de üstleniyor.
Avrupa Birliği ile resmen küs olduğumuz dönemde, Türkiye’nin Avrupa vizyonu Demirel’in kişisel gayretleri ile sürdürüldü, geliştirildi. Aynı şekilde Kosova ve Bosna’da, Orta Asya’da, Kafkaslar’da ve AGİT’te de hükümetlerin yeterli inisiyatifi kullanamamış olmaları Cumhurbaşkanı’nın bir bakıma ‘üstüne vazife olmayan’ işleri yapmasına ve bu işlere damgasını vurmasına yol açtı.
Demirel’in böylesine bir iktidar boşluğunda inisiyatifi eline alıp öne çıkması ve bunda da başarılı olması elbette takdir edilecek bir davranış. Eleştirilebilecek bir durum değil. Burada eleştiriyi hak edenler günlük siyasi tartışmalardan başını kaldırıp Türkiye’ye ve dünyaya bakmayı başaramayan başbakanlardır.
Türkiye anayasal parlamenter sistemle yönetiliyor. Cumhurbaşkanının devletin başı olarak tarif edilmesi esasen sembolik bir durum. Anayasamız da zaten bu nedenle cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler dışında kalanlardan başbakan ve ilgili bakanın sorumlu olduğunu hüküm altına alıyor.
Turgut Özal’a gelene kadar cumhurbaşkanları kendilerine çizilen Anayasal sınırlar içinde kaldılar. Cumhurbaşkanı Özal’ın Türk siyasetinde etkin konumunu koruyabilmesi Yıldırım Akbulut ve birinci Mesut Yılmaz hükümetlerinin siyaseten cumhurbaşkanı karşısında zayıf olmasından kaynaklandı. Nitekim Demirel Başbakan olduktan sonra Çankaya’nın etkinliği azaldı, cumhurbaşkanı eski Anayasal çizgisine çekilmek zorunda kaldı.
Benzer bir gelişme Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra da yaşandı. Koalisyon hükümetlerinin bilinen siyasi zaafları ve Demirel’in büyük devlet tecrübesi Çankaya’nın önemini arttırdı.
Demirel’den sonra seçilecek cumhurbaşkanının kimliğini, Demirel’in uygulama fırsatı bulduğu görev anlayışı ile tanımlamak bu bakımdan doğru değil. Türkiye artık hükümetlerin görev ve sorumluluklarına sahip çıktığı, cumhurbaşkanının da kendisine Anayasa ile tarif edilmiş çizginin gerisine çekildiği bir döneme geçmek zorunda.
Demirel’in görev süresinin dolması bu bakımdan hükümetlere verilmiş bir şans.
İçimden hiç yazmak gelmiyor ama Demirel ölmüş olsaydı ne yapacaksak, bugün de onu yapmak zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti’nin temsili sorunu tabiat kurallarının işlemesini beklememize izin vermeyecek kadar önemlidir.