Atina'nın ritmi
ATİNA – Daha önce de yazmıştım, dünya yüzünde 100’e yakın kent gördüm. ‘Gazetecinin mesaisi 24 saattir’ prensibine uygun olarak gittiğim kentlerde çok az uyudum.
Adını herkesin bildiği birçok büyük kentin örneğin bizim İstanbul’un yarısı kadar bile gece hayatına sahip olmadığını gördüm. Güneşin ilk ışıkları sokakları aydınlatana kadar her şeyiyle hareket eden çok az kent var. Benim favorim Barcelona ama Atina’nın da hakkını teslim etmeliyim. Bu şehir bütün uzuvlarıyla bütün bir gece boyunca yaşıyor, canlılığını koruyor.
Buraya hâkim olan ritim kanımca sadece Akdenizlilikle açıklanabilecek bir şey değil. Nice Akdeniz kenti var ki güneşin altında uyuklayan bir sokak köpeği kadar bile hareketli değil. Bence buranın sırrı müzikte gizli. Yunan müziğinde..
Her ülkenin kendine özgü bir yaşam ritmi var. Bu müziklerine de yansıyor ve gittiğiniz kentte o ülkenin müziğini dinlemiyorsanız o ritme de ayak uyduramıyorsunuz. Atina ise sadece Yunan müziği duyabileceğiniz bir şehir. Uluslararası popüler müziğin her kente hâkim olan yayılmacı özelliği burada sökmüyor. Duyduğunuz her müzik sesi yerel melodiler getiriyor kulağınıza. (Tarkan’ın Şıkıdım’ı da burada Yunanca söyleniyor, elbette çok tutuluyor ve elbette buzuki ile çalınıyor.)
Yunan müziğinin en temel özelliği neşesi.. Yorgo’nun tabiriyle günaha davet eden bir ritmi var. Ve bu şehir o ritme kendisini öyle bir kaptırmış ki bir türlü yerinde duramıyor, sabaha kadar bir o yana, bir bu yana savrulup duruyor.
Yunanca bizim kulağımıza çok yabancı bir dil değil. İlginç bir müzikalitesi olduğunu burada üç gün geçirince daha iyi fark ediyor insan. Ama bir şartla: Konuşan erkek değil, kadın olacak.. Buna iki gün süren konferansta karar verdim, artık bu fikrime kaç kişi katılır, bilemeyeceğim.
Atina’da gece demek kulakları sağır eden bir müzik eşliğinde sürekli içmek (konuşamayınca başka bir şey yapılamıyor zaten), ister oturduğun yerde ister ayakta masanın üzerinde göbek atmak, sahneyi ve civar masaları çiçek yağmuruna tutmak anlamına geliyor.
Masaların üzerinde kalçalarını sallayan kadınların ezici çoğunluğunun gerçek bir kilo sorunu olduğunu dün yazmıştım. Nitekim Atina’da neredeyse her köşe başında göreceğiniz şey zayıflama salonları.. Ama insan akşam yemeğini gece 12’den sonra yer, sabahın ilk ışıklarına kadar da içki içerse ne kadar güzellik salonu açarsanız açın bu sorunun çözülemeyeceği de çok açık..
İki gündür yazdıklarımı okuyan arkadaşlarım bana burada bulunma sebebimin ‘uygulamalı gece hayatı incelemesi’ olmadığını hatırlatıyorlar. Evet, burada Türk- Yunan Medya Konferansı için bulunuyorum. Amaç iki ülke arasındaki barış havasına medyanın nasıl destek olabileceğini tartışmak.
Kişisel kanaatim o ki gazetecilere konuşma yapma hakkı vermek doğru bir şey değil. Çünkü her konuşma bir yandan artık sokaktaki çocukların bile bildiği türden bir gazetecilik dersi içerirken öte yandan da son derece yüzeysel önermeler getiriyor. Ve gördüğüm tek şey de sabırsızlık.. Apo, Atina üzerinden Kenya yolculuğuna çıkarken bu ülke ile neredeyse savaş durumuna geldiğimizi herkes unutuyor. Türkler de unutuyor, Yunanlılar da.. Neredeyse 50 yıla varan karşılıklı güvensizlik döneminden sonra bir günde her şeyin değişmesini beklemek büyük saflık. Hele her iki tarafın okullarında okutulan tarih derslerinde en büyük düşman olarak karşı kıyıdaki ülke gösteriliyorsa..
Bence şimdi yapılması gereken şey bu yumuşamanın tadını çıkarmak ve halkların, politikacıların, gazetecilerin, askerlerin bunu içlerine iyice sindirmelerini beklemek. Burada İsmail Cem’e, İstanbul’da Yorgos Papandreu’ya gösterilen ilgiye ve sevgiye bakıp her şeyin yarın sabah düzeleceğini beklemek gerçekçi değil. Bu sabırsızlığın meselenin hemen çözüleceğini zannedecek geniş kitlelerde bir süre sonra bıkkınlık ve hayal kırıklığı yaratmasını önlemek lazım. Hayal kırıklıklarıyla parçalanan kalplerin tekrar kendini toparlamasının daha uzun zaman alacağını unutmamalıyız. Bence gazetecilere düşen görev şu anda sadece bunu anlatmak.
Barış çok uzağımızda olmasa bile hemen elimizi uzatıp yakalayıvereceğimiz mesafede de değil. Ama bu, Atina’ya gelip (bir saatlik bir uçak yolculuğu) bir gece sabaha kadar kendinizi bu ritme kaptırıp koyuvermenize de engel değil. Hatta barış için galiba en iyisi de bu..