RADİKAL

Türkiye için ağlayın

Bugünkü Radikal’in manşeti aslında birbirinden bağımsız gibi görünen ama yaşadığımız toplumsal çürümeyi yüzümüze bir tokat gibi vuran üç ayrı haberden oluşuyor.

Birinci haber dünkü manşetimizin devamı. Milletvekillerimiz 15 Nisan 1999 tarihinde üç aylık maaş ve yolluklarını alacaklar. Adam başı 3,5 milyar liradan 2 trilyon lira civarında bir para.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçesi içinde devede kulak bile sayılmayacak bir tutar ama bu ödemeyi diğerlerinden ayıran çok önemli bir fark var. Şu anda görevde bulunan milletvekillerimiz 19 Nisan sabahı bu sıfatlarını kaybedecekler. Yani aslında üç aylık maaş alacaklar ama sadece üç gün görevde kalacaklar. İçlerinden bir bölümü yeniden seçileceği için bir üç aylık maaş ve yolluk daha almaya hak kazanacaklar.
Milletvekillerinin maaşlarının ödenmesiyle ilgili olan yasada yıllardır özene bezene büyük bir titizlikle yapılan değişiklikler, kendilerine ödenen bu paranın hak etmedikleri bölümünün geri alınmasını ya da hiç ödenmemesini önlüyor.
Hak edilmeyen bu paranın geri alınması sadece ve sadece milletvekillerimizin ‘sütüne’ kalmış durumda. Arkadaşlarımızın konuşma imkânı bulduğu milletvekillerinin büyük çoğunluğu aslında erken seçim nedeniyle mağdur olduklarını ve daha bir buçuk yıllık maaşı kaybettiklerini söyleyerek aldıklarını geri vermeyeceklerini belirtiyorlar. Meclis Başkanımız bile ‘elinden bir şey gelmeyeceğini’ söylüyor ama nedense milletvekillerine hak etmedikleri bu parayı almama çağrısında bulunmayı bile akıl edemiyor.
İkinci haber, Türkiye’deki siyasi ahlak düzeyinin nerelere kadar indiğini gösteren bir örnek. 7 yıl önce Yüce Divan’a gitmekten son anda kurtulan bir siyasetçi, o tarihte kendisini Yüce Divan’a göndermek için uğraşan
bir partinin adayı olabiliyor. Siyasi parti liderlerinin politik pazarlıklarla kendilerini meclis ve yargı denetiminden kurtarmalarına artık alıştık ama bu kadarının Türkiye için bile ‘fazla’ olduğunu düşünüyorum.
Üçüncü örnek, ülkemizin ‘hür teşebbüsü’nün para kazanma hırsının nerelere kadar vardığını gösteriyor. Dünyayı sarsan kriz ortamında Türkiye için umut ışığı olabilecek bir uluslararası borçlanma fırsatı, doymak bilmeyen bir kâr hırsının kurbanı edilmeye çalışılıyor. Bir kısım bankacı, faizler düşmesin, tatlı kârlar azalmasın diye kasıtlı haberler ve dedikodularla kriz ortamını körüklemekte sakınca görmüyor. Ülkenin ve hatta bizzat kendi sektörlerinin bu kasıtlı dedikodulardan ne kadar olumsuz etkileneceğini bildikleri halde herkesin gözü önünde geleceğimizle oynayabiliyor.
İşin ilginç olan yönü bu dedikoduları çıkaranların kimler olduğunun bilinmesine rağmen, sektörün bu kişilerin faaliyetlerine göz yummaya devam etmesi. Elbette ‘çürükler’e her sepette rastlanabiliyor. Çürüklerin bu faaliyetlerine ses çıkarmayan ‘sağlamların’ sorumluluğu bu kişileri teşhir ve tecrit etmek olmalıydı. Ama belli ki ‘kâr’ nereden gelirse gelsin herkes tarafından zevkle ve hevesle kabul ediliyor. Hatta belki de başkasının elinin kiriyle kazanılması cazibesini daha da artırıyor.
Tanrı Türkiye’nin karşısına çürümeyle hesaplaşmak için her gün yeni bir fırsat çıkarıyor ve bizler bu fırsatların kaybolup gitmesini elimiz kolumuz bağlı seyrediyoruz.