Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Yağmurdan önce

Türk seçmenleri geleneksel olarak ‘merkez’ partilerini tercih ediyorlar. Merkez partileri derken ANAP, DYP, DTP, DSP ve CHP’yi kastediyorum.

Yani rejimin ana kuralları ve nitelikleri hakkında ortak bir görüşe sahip, ‘mevcut sistemi’ benimseyen partiler. Bu partilerin merkezin iki ayrı yönünü (yani merkez sağ ve merkez sol olarak) temsil ediyor olmaları durumu değiştirmiyor. Bu dört partinin seçmeni de kendilerini sistemin, rejimin bir parçası olarak görüyorlar ve sistemin özüne yönelik değişiklikleri reddediyorlar.
1987 seçimlerinde merkezin toplam oy oranı yüzde 88.7’ye ulaşıyordu. Uçlarda yer alan partiler RP, MHP de dahil olmak üzere yüzde 11’e ancak ulaşabiliyorlardı.
1991 seçimlerinden itibaren merkezin eridiğine tanık olduk. Toplam merkez oyları 1991’de yüzde 82.6’ya, 1995’te 64.1’e geriledi. Araştırmalara bakılırsa erime 1999 seçimlerinde de sürecek ve merkez partileri iyimser tahminlerle yüzde 61 civarında oy toplayabilecekler. Uçlarda yer alan partilerin toplam oyu yüzde 40’lara ulaşacak.
Merkezi iki yönüne bakarak incelediğimizde esas erimenin merkezin sağ kanadında gerçekleştiğini de görüyoruz. 1997’de yüzde 55.4 olan merkez sağ oylar 1995’te yüzde 38’e düştü. Son araştırmalara göre bu seçimde merkez sağ oylar yüzde 30’un da altında kalacak, geçen seçime göre 10 puana yakın bir toplu düşüş sürpriz olmayacak.
Aslında merkez solda da durum farklı değil. 1987’deki yüzde 33.3’lük oy oranı aradan geçen sekiz yılda (1995 seçiminde) yüzde 25.3’e kadar geriledi. ‘DSP rüzgârı’ sayesinde merkez sol kendini biraz toparlamış görünse de 1987’deki oy oranına ulaşması sürpriz olacak.
Özellikle aşırı sağ kesimdeki güçlenme Refah Partisi’ni iktidara getirebilecek boyutlara kadar da ulaştı.
Bu oylardaki artış Türkiye’nin giderek iki ana kampa ayrılmakta olduğunu gösteriyor.
Eski RP’nin ve yeni FP’nin oylarını genellikle sistemden ağır darbe yemiş varoşlardan topladığına ilişkin yaygın bir inanış var. Bu bir bakıma doğru bir gözlem, ancak eksik kalıyor. Aşırı sağ, ekonomik gelişmenin canlandırdığı bir çok Anadolu kentinde (Anadolu kaplanları öykülerini hatırlayınız) ezici bir üstünlüğe de sahip. Demek ki sorun yalnızca sistemden umduğunu bulamayanların seçim sandığında tepkilerini ortaya koymalarından daha farklı boyutlar da içeriyor.
Öyle görünüyor ki 1999 seçimlerinden çok kısa bir süre sonra bir seçim daha yapmak zorunda kalacağız.
Umarım ortaya çıkacak bu tablo başta merkez partiler olmak üzere herkes için öğretici olur.
Türkiye giderek birbirinden kopuk iki kampa ayrılıyor, orta sınıfın giderek yok oluşuyla birlikte halkın büyük bölümü çözümü sistem dışı aşırı uçlarda arama eğilimine giriyor. Böyle bir tablo karşısında ’emir komuta zinciri’nin de bir işe yaramayacağını unutmayalım.
Merkez partiler kendilerini yenileyip, sistemden umudunu kesenlerin önüne yeni teklifler sunmadığı sürece her seçim bizi kıyamete bir adım daha yaklaştıracak.