RADİKAL

Yılbaşı ertesi yazısı

 Geç yatılmış ve işe gelmek için erken kalkılmış bir yılbaşı gecesinin ardından yazılacak yazıdan ne hayır beklenir?

Sizleri bilmiyorum, ama bu sayfanın editörü Yurdagül’ün bu tür itirazlara pabuç bırakacağı yok. Bu nedenle bugün biraz ‘uçuşan’ bir yazı okumak zorunda kalacaksınız.

Dün gece kafama takıldı. Bütün televizyonların yılbaşı programları neden birbirine benziyor? Ekranın köşesine yerleştirdikleri işaretleri de olmasa, hangi kanalı seyrettiğinizi anlamanın imkânı yok.

Uzaktan kumandanın düğmesine durmadan bastığınız halde, karşınıza hep aynı kanalı seyrediyormuş duygusu veren görüntülerin çıkmasından daha çıldırtıcı ne olabilir?

Bizim “zapçı”nın dün büyük bir kişilik bunalımına girdiğinden eminim. Tam bir kâbus. Kumandanın düğmesine basıyorsun, hooop… Yine aynı kanal.. Basıyorsun, yine aynı kanal, basıyorsun yine aynı kanal, basıyorsun yine…

Merak ettiğim bir husus daha var. Gazetelerde okuduğumuza göre yılbaşı gecesi yayımlanacak programların çekimleri çok önceden yapılıyor. Yani şarkıcılar da sunucular da programa katılan “eğlenmeciler” de rol kesiyor. Hadi şarkıcılarla sunucuları anlıyorum, onların işi bu… Peki programa seyirci olarak katılanlar nasıl yılbaşı havasına giriyorlar ve eğleniyormuş gibi yapıyorlar, işte bunu çok merak ediyorum.

Bizim evden bakınca karşı kıyıda, Kanlıca, Anadoluhisarı, Çubuklu tepeleri filan görünüyor. Dün gece bir ara karşıda hiç ışık olmadığını fark ettim. Bunu erken bastıran sise bağladım ve ertesi gün havanın iyi olacağı müjdesini evdekilere verdim.

Sabah kalkıp da gri bir İstanbul İle karşılaşınca eşim meteorolojik tahminlerimle ilgili buraya aktarmayı doğru bulmadığım eleştirel görüşlerini bana iletti.

Meğerse dün karşı kıyıda ışık olmamasının sebebi elektriklerin kesilmesiymiş. Hatta her taşın altında buzağı arama alışkanlığında olanlar, bunun Refahlı belediyeler tarafından yılbaşına karşı kurulmuş bir komplo olduğunu da ileri sürmüşler.

Doğru dürüst elektrikleri yanmayan bir ülkenin, nasıl olup da sırf yeni bir yıl geldi diye daha ileriye gidebileceğini anlamakta gerçekten güçlük çektiğimi, sabah çayımı boğazdaki sise bakarak içerken fark ettim.

Dün sabah işe gelmek için evden çıktıktan iki dakika sonra büyük bir kazadan kıl payı kurtuldum. 12 – 13 yaşlarında bir çocuğun kullandığı kırmızı bir spor otomobil (hayır sarhoş filan değildim, aynen böyle oldu) karşıdan geldi, tamponumu sıyırdı ve yolun sağında kaldırımda park etmiş durumda olan tam üç otomobili paramparça etti.

Herkes otomobili kullanan çocuğun geleceği ile ilgili olarak yorumlar yaparken, kazanın meydana geldiği yerdeki apartmanın kapıcısı, üzerinde pijamaları ile yerleri süpürüyor bir yandan da kalabalığa çöpleri dağıtıyorlar diye kızıyordu.

Gerçek üstü filmlerdekine benzer bu sahnenin etkisinden kurtulup gazeteye geldiğimde, editörümün “yazını yaz” talimatıyla karşılaştım. (Böylece yazının başına geri döndük.)

İşte 1997’nin ilk günü kafamı meşgul eden şeyler bunlardı. Geri kalan 364 gün neler düşüneceğimi de dişinizi biraz sıkarsanız, önümüzdeki bir yıl içinde öğreneceksiniz. Bizi izlemeye devam edin. Az sonra!