Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Yine haziran, yine Helsinki, yine zafer

Finlandiya-Türkiye futbol karşılaşmalarının ilki 1924 yılında yine haziran ayında oynanmış ve 4-2 galibiyetimizle bitmişti. Finlandiya futbolda pek sözü geçen bir ülke değil. Hatta seyircisi bile futbol seyretmeyi yeni yeni öğreniyor. Ancak daha sonraki maçlarda sahadan üzüntüyle ayrılanlar hep biz olduk. 1996’nın haziranında yine Helsinki’de oynanan maç haricinde..

Tarihin tekerrür etmesi diye buna deniyor olmalı. Yine bir haziran ayında Finlandiya’yı Helsinki’de bir kez daha yendik. Üstelik bizim futbol tarihimizde pek fazla örneği görülmemiş bir şekilde ilk 15 dakikada 2 gol yiyip 2-0 mağlup duruma düşmüş olmamıza rağmen…
Dünyanın her yerinde 10 numaralı forma ’10 numarayı’ hak eden oyunculara giydiriliyor. Brezilya futbol geleneğinin dünya futboluna soktuğu bu adet, takımın beyni olan oyuncuyu sahada kolayca bulmamızı da sağlıyor. Dün Sergen üzerindeki 10 numaralı formayı tıpkı bir Brezilyalı gibi kullandı. Benzerlerine Brezilya’nın sihirbaz oyuncularında rastlanabilecek hareketlerle Finlandiya’yı felç etti.
Aslında Milli Takım’ın sahaya çıktığındaki görüntüsü bu maçın beraberlikle bitmesinin istendiği izlenimini yaratıyordu. Dörtlü savunma blokunun arasına Ali Eren’i alan Mustafa Denizli böylece Finlandiya’nın 10 numarası Litmanen’i kilitlemeyi de hedefliyordu. Gerçi maçın ikinci yarısında Ali Eren Litmanen’in peşini bıraktı ama ilk yarıdaki performansı, oynadığımız her maçta durdurmaya gücümüzün yetmediği Barcelona’lı yıldızı sahadan silmeye yetti. Litmanen dünya futboluna benzerleri tıpkı Sergen gibi az gelen bir oyuncu. Hatta denebilir ki Finlandiya’da Finlandiya Milli Takımı’nı tutan taraftardan çok daha fazla sayıda taraftarı var.
Mustafa Denizli sürprizleri sevdiğini dün bir kez daha gösterdi. Parma’da kendi kalesine attığı ‘muhteşem kafa golü’ ile Fenerbahçe’nin elenmesine yol açan Saffet’i libero oynattı. Saffet de Denizli’yi değil ama bu maçın ağırlığını kaldıramayacağını tahmin eden bizleri mahçup etmedi. Maçın ilk 15 dakikasında 2 gollü bir yenilgiyle karşılaşmamız biraz da Denizli-Saffet ortak yapımıydı.
Finlandiya takımı aslında topla oynamayı pek fazla başaramayan bir takım. Ancak Türk takımı gibi koşmayı fazla sevmeyen oyuncular karşısında, koşan, fizik gücü yerinde olan Finlandiya her zaman galibiyet şansı buluyordu. Ayaklarına aldıkları topu rakip ceza sahasına doğru havalandırmaktan başka bir şey yapmayan Finlandiya karşısında yapılması gereken şey topu oyuna yerden sokmayı denemekti. Ancak nedense Finlandiyalılara bizimkiler de ayak uydurdu ve top, oyunda kaldığı sürenin neredeyse yarısını havada geçirdi.
Bu arada değinmek istediğim bir konu daha var. Futbol üzerine düşünen bazı aydınlar bir süredir ‘milli takım’ kavramının sporun birleştirici, dostlukları geliştirici yönüyle bağdaşmadığını savunuyorlar. Onların önerisi her ülkenin liglerinde oynayan tüm oyunculardan yapılabilecek ‘karmaların’ aralarında maç yapmaları.
Aslına bakarsanız bir ülkede oynanan futbolun genel düzeyini belirleyen şey de yabancı oyuncuların varlığı. Barcelona, Manchester United, Juventus, İnter, Fenerbahçe gibi ‘dünya takımları’ artık kendi ülkelerinden futbolcuya neredeyse yer vermiyorlar… Böyle olunca da kulüpler düzeyinde çok başarılı olan bazı ülkeler, milli takımlar düzeyinde aynı başarıyı gösteremiyorlar. Doğrusunu isterseniz bu fikir bana da hiç uzak gelmiyor. İçinde Hagi, Uche, Baliç gibi yıldızların oynadığı bir ‘Türkiye karması’nı sahada seyretmenin keyfi bir başka olur diye düşünüyorum.