Turgut Özal gibi cumhurbaşkanı seçilmeme yaramasa da ben de çocukluğumda bir hayli Red Kit okudum. Günümüzün sert kapaklı ve iyi kâğıda basılmış Red Kit’lerini okumak için kızımla yarıştığımızı da itiraf etmeliyim.
Son günlerde Apo davası ile ilgili olarak toplumumuza hâkim olan havaya bakarken kendimi Red Kit’teki bir orta batı kasabasında gibi hissediyorum. Okumuşsanız siz de hatırlayacaksınız: Mahkeme salonlarının değişmez siması, siyah elbiseli, silindir şapkalı, sıska cenaze levazımatçısını.. Sürekli olarak elini havaya kaldırıp ‘asalım, asalım’ diyen adamı…
Sürmekte olan bir dava ile ilgili olarak bir yorum yapmak elbette istemiyorum. Yasalar ortada, mahkeme heyetine sunulan iddianame biliniyor, sanık suçlamaların hiçbirini reddetmiyor vs.. Duruşmada herkesi şaşırtan ‘iyi hali’ sonucu ne kadar değiştirir bilemem ama Şemdin Sakık davasının bitiminden beri Apo için verilecek kararın ne olacağını da tahmin etmek zor değil.
Bizim yasalarımız ‘idam kararı’nın uygulanmasını Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına bırakıyor. Mahkemeler tarafından verilen ve Yargıtay’da kesinleşen kararların infazı, TBMM onayı olmadıkça mümkün olamıyor. Bu bakımdan idam cezası bizim hukukumuzda diğer cezalardan farklı bir nitelik taşıyor: Siyasi bir tercih gerektiriyor. Nitekim toplumumuzu derinden sarsan bazı eski idam kararlarının uygulanmasına karar veriliş biçimi de bunu gösteriyor. ‘Asmayalım da besleyelim mi’ şeklinde en ilkel ifadesini bulan siyasi tercih, yargı kararlarının önüne geçiyor. TBMM’de beklemekte olan idam kararlarının üzerinde görüşme bile yapılmaması da keza bir siyasi tercihin sonucu.
Abdullah Öcalan ile ilgili karar ‘idam’ olursa bunun uygulanması da aynı şekilde bir ‘siyasi irade’ gerektirecek.
Sokağa çıkıp herhangi birini çevirip soracak olursak bu cezanın uygulanması ile ilgili olarak alacağımız yanıt kesinlikle ‘idamın bile yetmeyeceği’ şeklinde olacak. Toplumumuzu sarsan acının büyüklüğü karşısında ortalama vatandaşın tepkisinin bu olması son derece doğal.
Bu noktada kendimize sormamız gereken soru şu olmalı: Abdullah Öcalan’ın asılması insani intikam duygularımızın tatmini dışında ne gibi bir yarar sağlayacak? Terörün önlenmesinde etkisi ne olacak? Türkiye’nin demokratik dünya ile ilişkileri bu karardan ve uygulanış biçiminden nasıl etkilenecek?
Karar idam olur da dosya TBMM’nin önüne gelirse bu soruları TBMM’deki temsilcilerimiz de kendilerine soracaklar. Toplumun genel eğiliminin herhangi bir siyasetçiyi etkilememesi düşünülemeyeceğine göre verecekleri karar da bu yönde olacak. Ancak, bu soruların yanıtlarını aramak yerine topluma hâkim olan genel havaya teslim olacak popülist kararların her zaman en sağlıklı ve en doğru olduğunu söyleyemeyiz. Türkiye epey zaman var ki toplumun karşısına gerektiğinde tek başına çıkma cesareti gösterebilecek çapta devlet ve siyaset adamına hasret. Bu olayda bu eksikliği bir kez daha hissedeceğiz.
Şu demagojiyi günler ilerledikçe daha çok duyacağız: Toplum böyle istiyor, burası bir demokrasi olduğuna göre halkın isteklerine göz yumamayız! Demokrasinin böyle bir tanımı karşısında sağduyulu seslerin pek yüksek çıkamayacağını da şimdiden söyleyebiliriz.
Unomuno, İspanya’da yükselen faşizmin karşısına dikilip “Ölüm.. Bu kelimenin giderek daha çok ve yüksek sesle söylenmesi beni hasta ediyor” dediğinde kendi idam fermanını da imzalamıştı. Kendim için böyle olacağını zannetmiyorum. Ama bu kelimenin bu kadar çok, uluorta söylenmesinin beni de ‘hasta’ ettiğini söylemeliyim.