Korkmaz Yiğit’in ‘intikam kaseti’ ilk bakışta, ‘mafyayla ilişkili olmakla ve ihaleye fesat karıştırmakla suçlanan’ bir işadamının yangını büyütme çabası olarak yorumlanabilir.
‘Ben yandım, bari herkes yansın’ düşüncesinin bir ürünü olabilir.
Yiğit’in, Başbakan Mesut Yılmaz, Devlet Bakanı Güneş Taner ve işadamı Kamuran Çörtük hakkındaki suçlamalarının gerçekleri yansıtıp yansıtmadığını bu aşamada bilmemize imkân yok.
Ancak Başbakan Mesut Yılmaz’ın gecenin ileri saatlerine kadar toplantı yaptığı Güneş Taner ile birlikte suçlamaları reddeden bir açıklama yapmaktan kaçınmış olması dikkate değer. Aynı şekilde Kamuran Çörtük’ün de açıklamanın hemen ardından sessizliğini korumasını manidar buluyorum.
Eğer suçlamalar gerçekdışıysa, suçlanan insanların sıcağı sıcağına bir açıklama, bir yalanlama yapmasını beklemek kamuoyunun hakkıydı.
Bu davranış şekli, kamuoyunda açıklamada yer alan bazı iddiaların ciddiyeti ile ilgili kuşkular uyanmasına yol açıyor. Demek ki ciddi olarak açıklanması gereken bazı hususlar var ve bu açıklamanın hazırlanması için bir zaman gerekiyor.
Korkmaz Yiğit’in ‘ifşaatlarında’ yer alan bazı konular, Başbakan ve Devlet Bakanı’nın, Türkbank ihalesi sırasında neden çelişkili davranışlar sergilediğini açıklayan ipuçları içeriyor.
Emniyet’in Başbakanlığa, Merkez Bankası’na ulaştırdığı ‘bilgi notunun’ dikkate alınmayış süreci ile ilgili olarak, ‘yazı yanlış yerlere gönderildi, kayboldu’dan daha ciddi bir açıklama beklemek artık kamuoyunun hakkıdır.
Alaattin Çakıcı’nın Türkbank ihalesine bulaştığı ile ilgili haberlerin Başbakan tarafından önce ciddiye alınıp, sonradan ciddiye alınmaması şeklinde gelişen süreçte ve Yiğit’in medyaya girip, bazı gazeteleri ve TV kanallarını satın alma kararında kamuoyundan saklanan bazı şeyler olduğu anlaşılıyor.
Yiğit’in suçlamalarının bir bölümünde, Türkbank ihalesine fesat karıştıranlar arasında bizzat Başbakan, Devlet Bakanı ve iktidara yakın bir işadamının olduğu da açıklanıyor.
Türkbank için kimin ne fiyat vermesi gerektiği iddiaya göre bizzat Başbakan tarafından dikte ediliyor. Yükselen fiyat karşısında bulunması gereken ek kaynakların sağlanması için bizzat Başbakan ve Devlet Bakanı’nın da devrede olduğu anlaşılıyor. Yaklaşan seçimler öncesi kendisine bağlı bir medya oluşturmak hesaplarının Başbakan’ı etkilediği ortaya çıkıyor.
Yiğit’in elinde iddialarını kanıtlayabilecek kanıtların ve başka bant kayıtlarının olup olmadığını şu anda kesin olarak bilemiyoruz.
Bu açıdan bakıldığında Yiğit’in suçlamaları büyük bir ihtimalle ‘hukuki’ bir sonuç da doğurmayacak.
Ama bu açıklamalar siyasi sonuçlar yaratacak ve Başbakan bu siyasi mahkumiyetten kurtulmak istiyorsa, herkesi tatmin edecek bir açıklama yapmak zorunda.
Yılmaz bu kez gerçekten çok zor durumda.
Radikal, en başından beri karanlık ilişkiler ağında Türkbank ihalesinin ‘zincirin zayıf halkası’ olduğunu yazdı. Bu ihaleye Hazine tarafından onay verilmesine, Başbakan ve Devlet Bakanı’nın çelişkili tutumlarına dikkat çekti.
Öyle görünüyor ki zincir bu zayıf halkasından artık kopmak üzere.
* * * * * *
Seçim sadece bir ‘yarış’ mı?
Erken seçimin başımıza ne işler açacağına ilişkin tartışmaya dün başlamıştık. Bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Mevcut seçim sistemi ile yapılacak bir erken genel seçimin muhtemel sonuçları Doç. Dr. Seyfettin Gürsel’in TÜSİAD için yaptığı çalışmaya göre şöyle özetlenebiliyor:
– Sistem, günümüz Türkiye’sinin gerçekleri ışığında siyasi istikrarı sağlayabilecek iki partili koalisyonları neredeyse imkânsız kılıyor.
– Büyük bir olasılıkla seçimden sonra bulunacak hükümet formülü ya üç veya daha çok partili koalisyonlar ya da tek partili azınlık hükümetleri şeklinde olacak.
– Barajın yüksekliği nedeniyle bazı partilerin temsil edilememesi gibi demokrasiyle bağdaşmayan bir problemle karşılaşacağız. Geçen seçimlerde oyların yüzde 12’sinden fazlasını alan iki partinin TBMM’de temsil edilemediklerini hatırlayalım.
– Sistem gereği birinci parti parlamentoda oy oranının üzerinde sandalye kazanacağı için bu parti olmaksızın bir koalisyonun kurulabilmesi neredeyse mümkün değil. Ancak bu partinin seçmen çoğunluğu tarafından ‘kesinlikle istenmeyen’ bir parti olması gerçeği ışığında siyasal istikrarı yine sağlayamayacağız.
– Sistem gereği yüzde 35 civarında oy alan bir parti tek başına iktidar olacak; bu da seçmen çoğunluğunun istemediği bir iktidarın ortaya çıkması anlamına geliyor.
Doç. Dr. Seyfettin Gürsel’in TÜSİAD için oluşturduğu yeni seçim modeli ‘Siyasal istikrarı tehlikeye düşürmeden yönetim istikrarını belirgin biçimde artırmak mümkün müdür?’ sorusunun yanıtını arıyor.
Doç. Gürsel’in ‘yeni seçim sistemi’nde seçim çevreleri tek sandalyeli dar bölgelerden oluşuyor. İki turlu olarak yapılacak seçimde oyların yarısından fazlasını alan adayın seçimi kazanması öngörülüyor. Sistem niteliği itibariyle tabanları birbirine yakın partilerin ittifak kurmasını kolaylaştırıyor, dar bölgelerde adayların kişiliği de ön plana çıkacağı için seçmenin genel eğilimine uygun adayların şansını artırıyor. Bir başka deyişle sistem Şevki Yılmaz gibi ‘aşırı’ uçlardaki adayların kendi partileri içinde bile elenmelerine olanak tanıyor. Seçimden önce seçmene koalisyon alternatifleri sunulmuş oluyor. Ve siyasi istikrarı sağlamak bakımından iki partili koalisyonların kurulma şansını artırıyor.
Bu sistem aslında ‘seçim’ ile ilgili temel tanımımızı değiştirmemiz anlamına geliyor. Biz Türkler seçimleri hep bir ‘yarış’ olarak algıladık. Oy verdiğimiz parti ile ‘diğerleri’ arasında bir yarış..
Doç. Gürsel’in sistemi ise, siyasi istikrarı sağlamanın ve Refahyol benzeri toplumsal vicdanı sarsacak koalisyonları önlemenin yolunu ‘ikinci turda’ buluyor. Sistem, en çok oy alacak olan partiyi belirlemenin yanı sıra, seçmenlerin ikinci olarak tercih ettikleri partiyi de belirlemek ve ‘yarış’ı bir ‘konsensus arayışı’na çevirmek olanağını tanıyor.
Korkmaz Yiğit kasetlerinin havaya kaldırdığı toz duman yatışınca bu konuya yine döneceğiz.