Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Başarı da sorgulamayı gerektiriyor

Başarı da sorgulamayı gerektiriyor

İstiklal Caddesi’nde sivillere saldıran teröristin ve bazı işbirlikçilerinin kısa sürede yakalanması bir başarı mıdır?

Kuşkusuz ki başarıdır.

Demek ki polis, kameraları, plaka tanıma sistemlerini kullanarak yakalamak istediği suçluları kısa sürede ele geçirebiliyor.

Bunu zaten biliyorduk, daha önce de eskiden faili meçhul kalabilecek birçok suçun faillerinin kısa sürede yakalandığını çok gördük.

Buradan şuna varmak istemiyorum elbette ama o sonuç da çıkıyor kaçınılmaz olarak: Acaba polisimiz, suç ve suçlular arasında bir ayrım yapıyor mu?

Bazı suçluları kısa sürede ele geçirirken, bazılarını nedense yakalayamıyor mu?

Ancak bugün konumuz İstiklal Caddesi’ndeki terörist saldırı.

Saldırının ardından sorulan bazı sorular, bazı kesimleri sinirlendirdi.

“Ortada kutlanması gereken bir başarı varken, neden hala soru soruluyor” denilerek.

Evet, ortada kesin bir başarı var ancak o başarı, kesin bir başarısızlığın arkasından geldiği için önemini yitirmemekle birlikte, sorgulanır hale geliyor.

Normal olarak böyle konuların parlamentoda, halkın temsilcilerinin gerçekleştireceği bir araştırma – soruşturmayla aydınlatılması gerekir.

Ancak bizim parlamentomuz adı “Büyük” olmakla birlikte, o kadar da “büyük” davranamıyor, günlük kısır parti politikacılığının ötesine geçemiyor.

Onun için TBMM’den böyle bir şey beklemek, mavi karın yağmasını ve pembe fillerin havada uçuşmasını izlemeyi beklemek gibi.

Bir demokraside bu tür konuları deşmek, kurcalamak aynı zamanda medyanın da görevidir.

Ancak Türkiye’nin aşırı kutuplaşmış politik ortamında bu soruları sorunca, sanki teröriste hizmet ediyormuşsunuz muamelesi de görüyorsunuz.

Hayır beyler, o iş öyle değil.

Gazetecinin işi kuşku duymaktır ve özellikle de kamu otoritesinin açıklamalarından kuşku duymamız gerekir.

Kuşku duymalıyız ki halkın gerçek doğruyu öğrenebilmesi için görevimizin gereklerini yerine getirelim.

Resmî açıklamaları otomatik olarak doğru kabul ederseniz, resmî yayın organı olursunuz. Geçmişteki Pravda gibi. Al Ahram gibi. Ulus gibi.

İçişleri Bakanı’nın yanıtlaması gereken çok soru var ve bu soruların yanıtını vermek zorunda olmasının nedeni benzer hataların tekrarlanarak, başka canların yanmasını önlemektir.

Bakan, dağdaki teröristin ayakkabı numarasını bile biliyor ama İstanbul’un bir semtinde kimine göre bir yıldır, kimine göre dört aydır yaşayıp, çalışan bir yabancının farkında bile değil.

Bu nasıl olabiliyor?

Hani İstanbul’da artık “düzensiz göçmen” olmayacaktı? Hani göçmenler, kendilerine gösterilen kentler dışında iş kuramayacak, çalışamayacak ve yaşayamayacaktı?

Bakanlığın bu konuda görevini eksik yapmasının bedelini sadece İstiklal Caddesi’nde teröre kurban giden canlar ödemedi.

Evini yurdunu bırakıp kaçmak zorunda kalan ve hayatta kalabilmek için Türkiye’ye sığınan masum göçmenler de bu beceriksizliğin sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklar.

Irkçılıkla karışık göçmen düşmanlığının bu saldırıdan sonra daha da yükseleceğini söyleyebilirim.

Bu iş başladığından beri göçmenler sorununun ciddiye alınması gerektiğini, çoğu geriye dönemeyecek göçmenlerin uyum sorunlarının, çocukların eğitim sorunlarının çözülmesi gerektiğini yazdığımda çok kez ırkçılıkla suçlandım.

Hayır. Irkçı değil, gerçekçiyim.

Bu insanlar çok uzun yıllar bizimle yaşayacaklar, Suriye’de her şey yolunda gitse bile en az yüzde 70’i geri dönmeyecek, çocukların ezici çoğunluğu zaten yurttaşımız, burada doğdular ve onları görmezden gelmek gerçek bir “beka sorunu”!

Saldırının ardından İçişleri Bakanı açıkladı ki asıl sorumlu ABD imiş. Taziye dileklerini bile kabul etmedi.

Cumhurbaşkanı, Biden ile baş başa görüşme heyecanıyla taziyeyi kabul etti ama.

Böyle durumlarda “dış güçleri” sorumlu tutmak sadece beceriksiz yöneticilerin işidir.

Dış güçler böyle istiyorsa senin elin armut mu topluyor? Niye kendini savunamıyorsun?

Hani liderin dünya lideriydi, herkes karşısında sıraya diziliyordu?

Bunlar boş laflar ve boş laflarla peynir gemisi yürümediği gibi Türkiye’nin dış politikası da idare edilemiyor.

Sınırlarımızın geçirgen olduğu söylendiğinde başta Milli Savunma Bakanı olmak üzere İçişleri Bakanı çok kızmıştı.

Ellerinden gelse ellerine birer sopa alıp hepimizi döveceklerdi.

Peki bu teröristler sınırdan nasıl geçebildiler o zaman?

Onlar gibi sınırdan rahatça geçip, bir tekstil atölyesinde çalışmaya başlayan, ev tutup yerleşen daha kaç terörist var?

Masum göçmenler ile terörist göçmenleri nasıl ayıracağız?

Bakın Ankara’da 5 Afganistanlının öldürülmesinden sorumlu olan Afganistanlının Afganistan’a geri kaçtığı belirlenmiş.

Bu nasıl bir sınır güvenliği?

Giren belli değil, çıkan belli değil.

Saldırının hemen ertesinde Mobese kameralarına yansıyan görüntüler medyada da yayınlandı.

Ancak bir fotoğraf var ki onu nasıl bir kamera çekti, gerçekten merak ediyorum.

Bombacı teröristin bir elinde bir gül, diğer elinde bir telefonla görüntülendiği fotoğraf.

O zaviyede ve o açıda Mobese kamerası olabileceği hiç aklıma gelmemişti.

Eğer mağazaların güvenlik kameralarının bir görüntüsüyse, sistemi kurana helal olsun, o derece yüksek çözünürlüklü bir güvenlik kamerasına para veren işletmeyi de tebrik ederim.

Benim isteklerimi elbette yerine getirmelerini beklemiyorum ama kendisine gazeteci süsü veren yandaşlardan birine bu kameranın maharetlerini anlatan bir açıklama yapsalar o da ballandırarak yazsa ne kadar iyi olur.

Polisten elde edilen bilgilere dayanılarak yazılan haberlere göre terörist, teröriste yardım ve yataklık edenlerin hepsi Suriye çıkışlı, Arap.

Bir Kürt ayrılıkçı hareketi olan PKK, artık bazı Arap gruplarını da içine alabildiyse bu ciddi bir uyarı sayılmalı.

İstanbul’da, neredeyse bin odalı saray kadar büyük bir yerleşke kuran MİT, bütün bunların farkında değil miydi ki bu duruma herkes şaşırıyor?

————————-