Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Beş yıl oldu, hala alacakaranlık

Beş yıl oldu, hala alacakaranlık

Kara Havacılık’ta görevli Binbaşı H.A., Ankara’da bir taksiden inip, MİT yerleşkesine girdiğinde tarih 15 Temmuz 2016, saat 14.45 idi.

O andan başlayarak darbe girişiminin bastırıldığı ve Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın, Başbakanlık tarafından kullanılan Çankaya Köşkü’nün bahçesine helikopterle indiği 16 Temmuz 2016, saat 8.32’ye kadar yaşananları biliyoruz.

Ancak 15 Temmuz  14.45’den, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın derdest edilip, Akıncı Üssü’ne götürülmek üzere derdest edildiği saat 21.00’e kadar geçen sürede yaşananların mantıklı bir açıklamasını hala öğrenebilmiş değiliz.

Olayın iki baş kahramanı zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan, TBMM’de darbeyi araştırmak üzere kurulan komisyona gelip, soruları şahsen yanıtlamayı reddettikleri için de yanıtlanamamış sorular 5 yıldır ortada duruyor.

Bu soruları darbe girişimini izleyen günlerde ve daha sonra darbe girişimin yıldönümlerinde hatırlattım, aldığım yanıt sessizlikten ibaret.

Beşinci yıldönümünde, 15 Temmuz günü şehit olan 251 vatandaşımızın bu soruların yanıtlarını hak ettiklerini bir kez daha hatırlatarak soracağım ki unutulmasın, günün birinde yanıtlarını alabilelim.

***

1 – Kara Havacılık’ta görevli Binbaşı’nın “üç helikopterle MİT Müsteşarı kaçırılacak” ihbarı Org. Akar ve Müsteşar Fidan tarafından nasıl oldu da bir “darbe girişimi ihbarı” olarak değerlendirilmedi?

Bunun bir darbe girişimi olarak değerlendirilmediğini şuradan biliyoruz:

Bu ikilinin Genelkurmay’daki toplantısının ardından MİT Müsteşarı, Diyanet İşleri Başkanı ve Suriye Ulusal Koalisyonu eski başkanı Muaz Hatip ile akşam yemeğine gitti.

Darbe bekliyor olsaydı, her halde “aman çorbam soğumasın” diye 20.20’de koşturarak Genelkurmay’dan ayrılmazdı.

Aynı şekilde Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı’na “git bir Kara Havacılık’a bak bakalım, ne oluyor” talimatı verdi. O da gidip, pergolede bir çay içtikten sonra durumun sakin göründüğünü söyledi. Oysa o sırada helikopterler hangarlarda darbe girişimi için hazırlanıyordu.

Genelkurmay Başkanı, saat 18.30’da MİT Müsteşarı’na “seni rahatlatalım” diyerek, birliklerine şu emirleri verdi:

* İkinci bir emre kadar Türk hava sahası askeri araçlara kapatılacaktır.

* Havada bulunan tüm uçaklar ve helikopterler derhal yere indirilecektir.

* Zırhlı birliklerin her hangi bir nedenle kışla dışına çıkışı yasaklanacaktır.

Oysa Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Ümit Dündar, TBMM komisyonundaki ifadesinde, “darbe ihbarı alınsaydı, Genelkurmay Başkanı’nın başka emirler de vererek, girişimi en başından engelleyebileceğini” söylemişti.

Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakal da bu “başka emirlerin” ne olabileceğini şöyle anlatmıştı:

“Silahlı Kuvvetlerde kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak ‘Personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı.”

Öte yandan MİT’in, TBMM Araştırma Komisyonu’na gönderdiği raporda da H. A.’nın darbe ihbarında bulunmadığı, MİT Müsteşarı’na saldırı ihbarında bulunduğu belirtiliyor.
Şöyle bir bölüm de var bu raporda:
“MİT tarafından daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda, FETÖ / PDY’nin darbe girişiminde bulunabileceği bildirilmiş olmakla birlikte, TSK bünyesinde istihbarat toplanamadığından, darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbara daha önceden ulaşılamamıştır.”
“TSK bünyesinde istihbarat toplanamaması” konusu mazeret uydurmaktan ibaret.

MİT’in, üst düzey askerlerle ilişkili FETÖ’cüleri takibine bir engel yoktu ve bunların sivil giysilerle bir evde toplandıklarını bulması işten bile değildi.

Darbe girişimi ile ilgili kararlar da FETÖ’nün imamlarıyla, sivil giysili generallerin böyle bir toplantısında alınmıştı.

Ama onu geçelim. Cümlenin başına dikkatinizi çekmek istiyorum:

“MİT tarafından daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda, FETÖ / PDY’nin darbe girişiminde bulunabileceği bildirilmiş olmakla birlikte…”

Demek ki yetersiz bir istihbarat da olsa MİT, Fetullahçıların bir darbeye kalkışabileceği bilgisine sahip.

Bunu bilen MİT Müsteşarı, kendisinin kaçırılacağı ile ilgili ihbarı nasıl olup da bir “darbe girişiminin başlangıcı” olarak göremedi?

Akar ve Fidan, bu ihbarı darbe girişimi ihbarı olarak görmedilerse ne zannettiler: Bazı askerler, helikopterleri de kullanarak Müsteşar’ı kaçıracaklar ve fidye isteyecekler diye mi düşündüler?

“Bazı askerler”, buna cüret edebilecekler ise bu, çok daha büyük başka bir planın işareti olarak görülmeliydi.

Akar ve Fidan, bu hatalı değerlendirmeyi hangi zihinsel süreçlerin sonunda yaptıklarını açıklamadılar, hatalarını da kabul etmediler.

Onların bu hatasının bedelini o gece hayatını kaybedenler ve yaralananlar ile birlikte bütün Türkiye ödedi ve AKP yetkililerine bakarsak hala da ödemeye devam ediyoruz.

İşin ilginci, bu darbe girişimi sırasında ailesi ile birlikte çok ciddi ölüm tehlikesi atlatan Cumhurbaşkanı da bunun hesabını sormadı.

Birini terfi ettirip Milli Savunma Bakanı yaptı, diğeri aynı görevde devam ediyor.

***

2 – MİT Müsteşarı, niye Cumhurbaşkanı’nı hemen uyarmadı?

Genelkurmay’daki “değerlendirme” devam ederken MİT Müsteşarı, Marmaris’te bir otelde tatil yapan Cumhurbaşkanı’nı aradı.

Cumhurbaşkanı’nın istirahatte olduğunu öğrenince, konunun hayati önemde olduğunu söyleyip, uyandırılması için ısrarcı olmadı.

Koruma Müdürüne, bir olay olursa, Cumhurbaşkanı’nın güvenliğini sağlayıp, sağlayamayacağını sordu.

Koruma Müdürü, yeterli adamı olduğunu, güvenliği sağlayabileceğini söyledi.

Bu ikili, ağır silahlarla donanmış askerlerin, Cumhurbaşkanı’nı ele geçirmeye çalışırlarsa ellerindeki hafif silahların korumaya yeteceğini nasıl düşünebildi?

3 – Darbe girişimi başladığında MİT Müsteşarı neden Cumhurbaşkanı’nı bir kez daha aramadı?

Üstelik, daha önce hiç görülmemiş şekilde asker yaverleri, Cumhurbaşkanı’nın yanında değillerdi.

Tatile götürülmedikleri gibi, Erdoğan’ın nereye gideceği de kendilerinden saklanmıştı. Koruma Müdürü, yaverlerden birinin Cumhurbaşkanı’nın yerini öğrenmek için çok ısrarcı olduğunu da daha sonra söyleyecekti.

Dördüncü sorumuz bu bahisten geliyor:

4 – Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın yaverlerini götürmemesini ve bulunduğu yeri onlardan saklamasını nasıl değerlendirmeliyiz? Cumhurbaşkanı bir darbeden mi şüpheleniyordu ki yaverleri Ankara’da bıraktı ve yerinin onlara söylenmemesi talimatını verdi?

***

O tarihte henüz başkanlık sistemine geçilmemişti ve MİT Müsteşarı, doğrudan Başbakan Binali Yıldırım’a bağlıydı.

Müsteşar Fidan, Cumhurbaşkanı’nı arayıp, konuşamadıktan sonra dönüp Başbakan’ı da aramadı.

“Böyle bir ihbar var, talimatınız ne olur” diye sorma gereğini duymadı.

Başbakan Binali Yıldırım daha sonra şöyle anlatacaktı:

“Darbe girişiminin başladığını biz hemen hemen 15 dakika sonra öğrendik. Kimden öğrendik, yakın korumalarımızdan ve vatandaştan, eşimizden, dostumuzdan öğrendik. Ondan önce bize tehdidin boyutu hakkında bir bilgi gelmiş değil.”

5 – MİT Müsteşarı, niye Başbakan’ı bilgilendirmedi?

Binali Yıldırım, uyarılmış olsaydı, Cumhurbaşkanı’na ulaşıp onu bilgilendirebilir ve Cumhurbaşkanı’nın daha en başında olaya müdahalesine olanak sağlanmış olurdu.

15 Temmuz ile ilgili soruşturmalar ve davalar daha çok darbecileri hedeflediği için, masanın diğer tarafındaki sorumlular ile ilgili etkin bir soruşturma yürütülemedi.

TBMM Komisyonu’nun AKP’li üyeleri de herkesi dinlediler ama bu iki kamu görevlisini dinlemek konusunda ısrarcı olmadılar.

Komisyonun hazırladığı rapor da ortada yok.

Lagalugaya getirildi ve rapor, yayınlanmadan kayboldu.

Eğer Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakanı Binali Yıldırım, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’na “Gidip ifadenizi verin” deselerdi, anlardık ki onlar da bu konu aydınlansın istiyorlar.
Ama böyle bir talimat verilmedi.

6 – Onun için hep bu soruyu soracağız: Bu darbe girişimi en başından önlenebilir miydi? 15 Temmuz’da hayatlarını kaybedenler, bugün aramızda olabilirler miydi?

———————————