Hoşgörü beklemiyoruz ama bu kadarı da ayıp
“Siyasi rakiplerini hapishanelerde süründürmek, demokratik toplumların yöneticilerine uygun bir davranış değildir”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçimlerden sonra hem Kemal Kılıçdaroğlu’nu, hem de Meral Akşener’i hapse attıracak.
Erdoğan’a göre Kılıçdaroğlu, milletvekili olmasına güveniyor ve hapse girmeyeceğini zannediyor.
Ama güvendiği dağlara kar yağacak. Çünkü Cumhurbaşkanı, “seçimden sonra bir taraftan parlamento, diğer taraftan yargıyla işin üzerine gidecek.”
Gidebilir mi? Kuşkusuz gidebilir. Çünkü parlamento çoğunluğu da, yargı da ona bağlı.
Meral Akşener’in durumu ise Cumhurbaşkanı açısından daha kolay.
“Şu anda senin iyi günlerin” diyor, Akşener’e iyi bir “fatura keseceğini” söylüyor.
Akşener’in “yurt konseyi”nin temsilcisi olduğunu iddia ediyor.
Yurt Konseyi diye bir şeyi ben 15 Temmuz’da darbe yapmaya kalkışan Fetullahçı çetenin bildirisinden hatırlıyorum.
Ne demek istiyor?
Seçimden sonra Meral Akşener’i “FETÖ’nün siyasi ayağı” diye mi hapse atacak?
Bunu biliyorsanız, bu ilişkiyi kanıtlayacak somut delilleriniz varsa seçime kadar niye bekliyorsunuz?
Bir tuhaf durum.
Siyasi rakiplerini hapse attırmakla tehdit eden bir Cumhurbaşkanımız var.
Böylesine bugüne kadar bu ülkede rastlamamıştık.
Bizimki gibi bir sürü eksiği olan bir demokraside bile bunu meydanlarda söylemek eskiden ayıp kaçardı. Bunu aklından geçiren olduysa bile seslendirmedi.
Şimdi ayıp filan da kalmadı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu şeytanlaştırma çabası sonunda bir muhabirin idam sehpası önünde savurduğu tehditlere kadar da vardı.
Erdoğan, siyasi rakiplerinin söylediği sözlere kızıp, hepsini hapse attırmakla tehdit ederken Yargıtay ilginç bir karar verdi.
Eski CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na “İŞİD sever” dediği için 11 ay hapse mahkum edilmişti.
Yargıtay bu kararı bozdu. Bozma gerekçesinde şöyle bir bölüm var:
“İçinde bulunduğumuz yüzyılda, çağdaş olduğuna inandığımız ülkemizde, varlığına her koşulda güvendiğimiz hukuk sistemimizde, özgür bireylerden oluşan özgür toplum olmak adına daha hoşgörülü ve geniş bakış açısına sahip olmak gerekmektedir.”
Cumhurbaşkanı’ndan siyasi rakiplerine karşı hoşgörü istenemeyeceğini biliyoruz.
Ama hiç olmazsa meydanlarda “hapse tıkarım” demekten vazgeçse iyi olur.
Siyasi rakiplerini hapishanelerde süründürmek, demokratik toplumların yöneticilerine uygun bir davranış değildir.
Yıldırım, bu kafayla trafik sorununu çözemez
AKP’nin Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım, İstanbul Umum Servis Aracı İşletmecileri Esnaf Odası tarafından düzenlenen bir mitinge katıldı.
Onların yaptığı bu “jeste” karşılık bir de söz verdi:
“Önüne gelen servisçi olmayacak. Sizlerin hakkını başkalarına vermeyeceğiz.”
Bu sözü şöyle okumak gerek:
Yeni taksi plakası dağıtmayarak plaka sahiplerine sağladığımız rantın bir benzerini servis plakası sahiplerine de sağlayacağız!
Personel servisleri, toplu ulaşım sistemlerinin neredeyse hiç olmadığı ama kentin de hızla büyüdüğü dönemin ürünü.
O zaman bir ihtiyacı karşılıyordu, şimdi ise trafik sorununu büyüten faktörlerden biri.
İstanbul çok dağınık ve kontrolsüz büyüyen bir kent.
Ama artık en azından metro ve metrobüs hatlarının ulaşabildiği ana arterlerde servislere ihtiyaç yok.
Ve esasen, şirketler, her yıl personel servislerine harcadıkları bütçeyi bir tür “ulaşım vergisi” olarak belediyeye ödemiş olsalardı, İstanbul’un toplu ulaşım sorunu çoktan çözülmüş olurdu.
Şirket personelinin okul çocukları gibi evlerinden alınıp, evlerine bırakılması uygulaması, dünyanın hangi büyük kentinde var, bilemiyorum.
En azından işim nedeniyle sık gittiğim ülkelerde olmadığını biliyorum.
Şehrin ana arterlerinde, akşam iş çıkışından bir saat öncesinden başlayarak, bir bazen de iki şeridi birden tıkayan servisleri kaldırmadığınız sürece, İstanbul’un trafik sorununu da çözemezsiniz.
Elbette servis aracı işletenler ve o araçlarda çalışanlar da düşünülmeli.
Ama şehrin trafiğini alt üst eden bir sorunu görmezden gelmek de diğer vatandaşlara yapılan bir haksızlık değil mi?
Başka lisan konuşan Dağ Türkleri
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, katıldığı bir televizyon programında şöyle konuştu:
“Kürtçe konuşan kardeşlerimizin alayının oyuna talibiz.”
“Kürtçe konuşan kardeşlerimiz” kim diye merak ettim.
12 Eylül döneminde icat edildiği gibi “karda yürürken kart – kurt diye ses çıkartan Dağ Türkleri mi?”
Yoksa folklorik bir eğlence olsun diye kendilerine yeni bir lisan icat eden tuhaf insanlar mı?
Hem adamların oyuna talipsin, hem Kürt bile diyemiyorsun.
Nasıl olacak bu iş?