Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Merak ettiğimiz şu: Bağış kime gitti?

Merak ettiğimiz şu: Bağış kime gitti?

Pandora Belgeleri, “Saray Müteahhidi” olarak tanınan Erman Ilıcak’ın annesi adına iki off shore şirket kurulduğunu ve bu şirketlere 210 milyon dolar para transfer edildiğini gösteriyor.

Dün Ilıcak’ın sahibi olduğu Rönesans Holding, gazetelerde tam sayfa ilan vererek bu konudaki görüşlerini açıkladı.

İşin komik tarafı bu ilanların yandaş medyaya verilmiş olmasıydı.

Çünkü o yayınların okuyucuları neyin yalanlandığını bile bilmiyorlar; Pandora belgeleri ile ilgili haberleri görmezden gelen yayınlar bunlar.

Holding’in iletişim işlerini yürüten arkadaşların bu ayrıntıyı kaçırdıklarını düşündüm, onlar adına üzüldüm.

Bu konuda bir açıklama yapılacaksa bu haberleri yayınlayan mecralarda olmalıydı.

İlanı dikkatle okudum.

Rönesans Holding’in büyüklüğü, yurtdışında iş yapması filan gayet güzel anlatılmış.

Yasa dışı bir işe bulaşmadığı özellikle vurgulanmış.

Bu konuda fikir ayrılığımız yok zaten.

Şirket hakikaten başarıyla büyütülmüş, uluslararası bir hale gelmiş, emeği geçenleri kutlarım.

Öte yandan para transferinin yasa dışı olduğu da iddia edilmiyor.

En azından T24’te böyle bir iddia yer almadı, benim takip ettiğim yayınlarda da bu ima edilmedi.

Off shore şirket kurmak, bunlara yasal yollardan para transfer etmekte bir tuhaflık yok; kapitalizmin kendine özgü mantığı içinde yasalara uyularak yapılıyorsa, anlaşılır bir şey.

Sorun şu: Virgin adalarında kurulup, İsviçre’de faaliyet göstereceği iddia edilen iki şirketten birine gönderilen “sermayenin” birilerine bağışlanmış olması!

Az buz bir para da değil, bizim paramızla 1 milyar liradan söz ediyoruz.

Merak ettiğimiz ve sorguladığımız konu bu: Bu nasıl bir yardım ki, memlekette yapılamıyor da off shore şirket eliyle, bir vergi cennetinde gerçekleşiyor?

Üstelik şu anda Türkiye’de gerek kamu kaynaklarından gerekse özel şirketlerin bağışlarından beslenen dev vakıfların hepsinin vergi bağışıklığı var.

Onun için bu bağışın nereye ve kime gittiğini bilmek, kamuoyunun hakkı sayılmalı.

Çünkü bu şirket, son beş yılda 16 milyar liralık kamu ihalesi almış. Şehir hastanelerini işletiyor, saraylar inşa ediyor vs.

Kamu ile bu kadar içli dışlı işleri olmasa merak etmeyebilirdik, bu yardım kime yapıldı diye.

Ve şunu da söylemeliyim ki, ilanın sonunda bu tür yayınları yapanların “mahkeme ile tehdit edilmesi” de hiç hoş değil.

Gerçek gazeteciler böyle şeylerden korkmazlar.

Ancak basın özgürlüğünü, mahkeme sopasıyla engellemek ve gazeteciyi otosansüre yönelten ceza tehdidinde bulunmak, günümüzün evrensel kapitalist ahlak anlayışına bile sığmıyor!

Ben söylemiş olayım: Bir ilan daha vermenize gerek yok.

Bir basın bülteni ile sorumuza yanıt vermeniz, herkesin gerçeği öğrenmesi için yeterli olacaktır.

——————————–

Sonunda bu da oldu

Türkiye Cumhuriyeti’nin polisi, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin verdiği bir kararın uygulanmasını önlemek için, bir binayı işgal etti!

Farkındaysanız, “artık bu kadarı da olmaz” dediğimiz her şey sırayla oluyor.

En son “şaşırdığımda” İzmir 7. Sulh Ceza Hakimliği, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararını yayınlayan internet sitelerinin haberlerine erişim yasağı getirmişti!

Aynı mahkeme bu kararını daha sonra “sehven oldu” diye kaldırmıştı ama aslına bakarsanız yanlışlıkla yapılan bir şey de yoktu.

Hakim, kamuoyundan yükselen tepkiyi görünce çark etmişti.

O günden sonra olanlara pek şaşırdım diyemem.

Anayasa Mahkemesi kararını yok sayan mahkemeler gibi olaylarla da karşılaştık ama Erdoğan rejiminin hukuk düzeninde bu şaşılacak bir durum sayılmazdı.

Polisin, mahkeme kararının uygulanmasını önlemesi olayı, Büyükada’daki iskelede gerçekleşti.

Bundan sonra bunu “Büyükada Vakası” olarak görebiliriz.

AKP’li belediyeler, kamu olanaklarını, siyasi amaçla kurulmuş, AKP yanlısı vakıflara peşkeş çekmekte yarış halindelerken Büyükada’daki iskelenin kafeteryasını da Bilal Erdoğan’ın TÜGVA’sına vermişler.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu sözleşmeyi feshetmiş, mahkemeye yapılan itirazlar da Belediye lehine sonuçlanmış.

Belediye zabıtalarının mahkeme kararını uygulamasını önlemek de çevik kuvvet polislerine düşmüş!

Devletin önemli kurumlarının, bu rejimde nasıl çökertildiğinin, yıpratıldığının tipik bir örneği.

Polis marifetiyle mahkeme kararının uygulanmasını önleyen bir rejimin, kaybettiği bir seçimden sonra neler yapabileceğini bugünden düşünmekte ve tedbirini almakta yarar var.

————————————