Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Soylu’nun “FETÖ ile iltisak” problemi

Soylu’nun “FETÖ ile iltisak” problemi

İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı’nın kardeşi firari FETÖ üyesi çıktı.

Çok şaşırmadığımı söylemeliyim.

Biliyoruz ki Fetullahçılar ile AKP uzun süre birbirleriyle “iltisaklı” idiler.

Yani İçişleri Bakan Yardımcısı’nın da böyle akrabalıktan kaynaklanan bir “iltisaka” sahip olması yadırganabilecek bir durum değil.

Yadırgamamız gereken sanırım İçişleri Bakan Yardımcısı’nın bu durumdan haberdar olabilmesi için konuyu CHP’li Özgür Özel’in gündeme getirmiş olması.

Bu nasıl “yerli ve milli aile değerleri” anlayamadım.

İçişleri Bakanı’nın yardımcısının kardeşi FETÖ’cülükten firarda, senelerdir memleketine gelemiyor ve adamın bu olaydan yeni haberi oluyor!

Acaba AKP’nin “aile değerlerini korumak için yapacağını söylediği” Anayasa değişikliğine kardeşler ile en azından ayda bir haberleşme zorunluluğu da mı eklense?

Bu olay ortaya çıkınca Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında yapılan ve eski Bakanlar Kurulu’nu andıran bir toplantıda İçişleri Bakanı ile Adalet Bakanı arasında gerginlik olmuş.

İddiaya göre İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı’na “atar yapmış”.

Bunu biliyoruz, kendisi “atarlı bir tip” olarak kategorize edilebilir çünkü.

“Bu bilgiler Adliye’den sızıyor” diye Bakan Bozdağ’a yüklenmiş.

İçişleri Bakanı tuhaf bir politikacı gerçekten.

Sorun bu bilginin nereden sızdığı mı, yoksa yardımcısının kardeşi üzerinden FETÖ iltisaklı olması mı?

Bakan Soylu’nun tutumu “şüyuu vukuundan beter” atasözünün tipik örneği oluyor bu durumda.

Soylu’nun neden kızdığını da anlayabiliyoruz aslına bakarsanız.

Bu “iltisak” kavramının üzerinden İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı’nı görevden alma peşinde.

Şimdi aynı durumda kendi yardımcısı var.

İBB Başkanı’nı, “terör ile iltisaklı kişileri işe almak” ile suçlarken, kendisine yardımcı olarak seçtiği adamın “terör ile iltisaklı kişi olması” açıklanabilir bir durum olmaktan uzak tabii.

Bu köşede “iltisak” kavramının arkasına saklanarak insanları suçlu ilan etmenin yanlışlığı üzerine kaç yazı yazdım, hatırlamıyorum.

Ama bu örnek öyle bir örnek ki benim elli yazıma bedel doğrusu.

İçişleri Bakanı’nı buradan uyarıyorum: Bu “iltisaklı” meselesini unutsa iyi olur.

Kimse akrabası terör örgütü yandaşı / üyesi diye suçlanamaz. Suç kişiseldir.

Kimse Anayasal bir hak olan protesto gösterilerine filan katıldı diye “terörle iltisaklı” ilan edilemez.

Bu tür faaliyetlerde bulunmak, her vatandaşın değiştirilemez, kısıtlanamaz Anayasa ve AİHS tarafından güvence altına alınmış hakkı.

“İltisak” aramaya başlarsak, bu ülkeyi yönetenlere kadar ne iltisaklar buluruz, kim bilir.

Macar yazar Frigyes Karinthy 1929 yılında bir teori ortaya attı.

Dünya nüfusu arttıkça sosyal bağlamda mesafelerin giderek azaldığını, dünyanın göreceli olarak küçüldüğünü belirten Karinthy; o zamanlar her insanın birbirine ortalama 5 – 6 adım uzaklıkta olduğunu söylüyordu.

Şimdi daha da küçük.

Mesela ben Mehmet Ali Yalçındağ’ı tanıyorum, Yalçındağ Trump’u tanıyor. Demek ki Trump ile aramda sadece bir adım var!

Bir örnek daha: Süleyman Soylu, Bakan Yardımcısı’nı tanıyor. Bakan yardımcısının kardeşi FETÖ’cü. Demek ki FETÖ ile Soylu bir adım mesafede.

Bir örnek daha verecektim ama vazgeçtim, durduk yerde Saray avukatları ile savcıları meşgul etmeyeyim dedim.

——————————-

Oy hırsızlığı için atılan bir adım

AKP – MHP koalisyonunun seçimde yapabilmeyi tasarladıkları hileleri garanti altına almak için çıkardıkları kanun ile ilgili Anayasa’ya aykırılık itirazı, Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi.

Böylece Seçim Kurullarının nasıl oluşturulacağı ile ilgili 70 yıldır uygulanan sistemin değişmesi de kesinleşmiş oldu.

İl ve İlçe Seçim Kurulları Başkanlarının il ve ilçedeki “en kıdemli hâkim” olması uygulaması değiştiriliyor.

Başkanlar bundan böyle 1. Sınıfa ayrılmış hakimler arasından kura ile belirlenecek.

Mesleğini ve tarafsızlığını her şeye rağmen korumaya kararlı birinci sınıf hakimleri tenzih ederek söylemeliyim ki iktidar bloğunun buradaki hesabı, Adliye’ye doldurdukları “partili hâkimlerin” kuraları kazanarak seçim kurullarına başkanlık etmesi.

Fetullahçı çetenin temizlenmesinin ardından boşalan hâkim kadrolarının, partili hukukçular tarafından nasıl doldurulduğunu hatırlıyoruz.

Bu hakimlerin görevlerini yaparken kendilerini Anayasa ve kanunlar ile bağlı hissetmediklerini bazı yargılamalar sırasında gördük.

Bu tiplerin hukuk ile bağlarının olmadığını, parti aidiyeti ve çıkarından başka bir şeyi umursamadıklarını da biliyoruz.

İtirazları karara bağlayacak kurulları istedikleri gibi yönetebilirlerse, gerekli durumlarda oy hırsızlığı yapmaktan kaçınmayacaklarını gösteriyor bu.

Yetmiş yıldır uygulanan ve bugüne kadar seçimlerin güven içinde sonuçlanmasını sağlayan sistemi, seçimlere hile karıştırmak istemiyorsanız değiştirmezdiniz.

Seçim güvenliğini ilgilendiren diğer değişiklik, sandık gözlemciliğinin zorlaştırılması.

Son üç seçimde ve referandumda sivil toplum kuruluşları vatandaşları organize ederek sandıklara sahip çıkmayı başarmıştı.

Birçok partinin sandık sayısı kadar gözlemci görevlendirme olanağı yok ve bu boşluk sivil toplum inisiyatifi ile doldurulmuştu.

Bundan böyle bir başka partiye üye olan bir kişiyi sandık gözlemcisi olarak görevlendirmek, partinin onayına bağlı.

Aşılmayacak bir şey değil ama böyle bir bürokrasiye neden gerek duyulduğu açık: İşleri zorlaştıralım, her sandıkta gözlemci bulunduramasınlar!

Vatandaşların sandıklardaki oy sayım ve dökümüne sahip çıkma ve tutanağı imzalama hakkına itiraz ediyorsanız oy sayımı sırasında katakulli yapmak istiyorsunuz demektir.

Bu, sayımı “gizli” yapmak ile aynı sonucu doğurur.

Seçimi çalma niyetinin bu kadar açık seçik ortaya konulmasındaki fütursuzluk, seçim günü neler yapabileceklerinin de ipucunu veriyor.

Bu kanun, iktidarın seçime hile karıştırmak için bir hazırlık yaptığını da gösteriyor.

Bunun önüne geçebilmek elbette mümkün: Bugünden itibaren bu iş için örgütlenme şartıyla!

———————————