Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Üreticiden ucuza aldığım domatesleri yeğenime bırakıyorum

Üreticiden ucuza aldığım domatesleri yeğenime bırakıyorum

Acaba çiftçinin ürünü para etmediği için mi, tarımsal üretimimiz her geçen yıl düşüyor?
Bu başlığı eski bir mizah romanından uyarladım: Şişkodan Pokerde Kazandığım Adayı Yeğenime Bırakıyorum.
David Forrest bu romanında, Soğuk Savaş döneminin politik olayları ve Sovyet – ABD askeri sidik yarışı ile ince ince kafa bulur. Ararsanız sahaflarda bulabilirsiniz.
Domates – biber – patlıcan yoluyla son Türk devletinin başına beka çorabı ören dış güçler yüzünden tarımsal ürünlerin fiyatlandırılması konusunda ülkece uzman kesildik sayılır.
Mal tarlada üreticiden ucuza alınıyor, sonra bir takım karanlık güçlerin oyuncağı durumundaki tipler yüzünden bunların fiyatı artıyor, halk da bu soğuk kış günlerinde ucuza domates – biber – patlıcan bulamıyor! Bize anlatılan bu.
Şimdi devletimiz, Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde manavlığa girişmiş bulunuyor.
Ve yine aynı terane: Tarlada üreticisinden ucuza alınan domates – biber – patlıcan, halka, kârsız olarak ucuza satılıyor!
Gördüğünüz gibi olan her halükârda tarımsal üretim işine heves edenlere oluyor.
Tüccara da kazıklansak, komisyoncuya da kaptırsak, zincir market de gelip toplasa, Cumhurbaşkanı da el atsa aynı şey oluyor: Çiftçi malını ucuza kaptırıyor!
Büyüklerimiz hiç düşündü mü acaba, sorun buradan mı başlıyor?
Acaba çiftçinin ürünü para etmediği için mi, tarımsal üretimimiz her geçen yıl düşüyor? Acaba çiftçi, bu yıl sattığı ürünün parasıyla bir yıl geçimini sağladıktan sonra yeni ürün yetiştirmek için gerekli parayı tüccardan, zincir marketten, komisyoncudan almak zorunda kaldığı için mi, yeni ürününü de ucuza kaptırıyor?
Üstelik bir domates, her zaman için sadece bir domates değildir.
Her şeyden önce o domateste çiftçinin emeği cisimleşmiştir. Bu emeğin bir ücreti var tabii. Böcekler, kurtlar yemesin diye ilaç kullanılır. Ürün bol olsun, üç tanesi bir kilo gelsin diye gübre de lazım. Gübre fabrikaları satıldığından beri fiyat etiketlerinde “yeşil dolar” yazıyor. Sera naylonlarını bu yıl değilse de gelecek yıl değiştirmek kaçınılmaz oluyor zaten. O da petrol fiyatlarıyla, dövizle. Tarla sürülürken, sulanırken enerji tüketilir, onun parasını da maliyete ekleyin. Traktör dediğin de insan yapımı, amortismanını nereye yazmalı? Tohum desen tamamen büyük şirketlerin keyfine tabi. Ziraat Bankası kredisini unutun, paraları Demirören’e verdiler, gazete – televizyon alsın diye. Bütün bunları finanse etmek için elde avuçta para da yok. Gelsin tüccar, komisyoncu, aracı. Onların da paralarının bir değeri var tabii, adı bu aşamada artık faiz olmasa da!
Bütün bunlar içinde devlet sopası ile hangisini yok edebiliriz?
Şimdi Cumhurbaşkanı, çiftçiden ucuza aldığı domatesi, kârsız olarak satıyor.
Nakliyeyi, ürünü tasnif edip sandıklamayı, çürük firesini, bu işte çalışan personelin maaşını kim ödüyor?
Yine biz vergi mükellefleri tabii!
31 Mart’taki seçimden sonra, zaten delinmiş bütçede açılan bu delikler neyle yamanacak?
Biz vergi mükelleflerinin donlarıyla tabii!

Aklımda deli sorular!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, talimat verdi ve sebzede tanzim satış başladı. Verdiği müjdeye bakılırsa yakında deterjanda da aynı şey olacak.
Yani TC giderek dev bir markete dönüşecek ki küçük marketleri yenebilsin!
İlk günün haberleri arasında şu var: Vatandaşlar ucuz sebze için uzun kuyruklar oluşturdu. Kişi başı en fazla iki kilo domates veriliyor!
Merak ediyorum: Acaba 50 yıl sonra seçim meydanlarında birisi böyle bir nutuk atacak mı?
“Bu AKP var ya bu AKP! Bunlar domatesi bile karneye bağladılar, herkese iki kilodan fazla domates satılmadığı günleri unuttuk mu? AKP demek domates – biber için saatlerce kuyrukta beklemek demektir!”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yeni AKM’nin temel atma töreninde, ihaleyi alan şirketin yetkililerini de kürsüye çağırdı ve pazarlık yaptı.
İhale, inşaatın 24 ayda 860 milyon lira bedelle tamamlanmasını öngörüyordu.
Karşılarında Erdoğan’ı gören şirket yetkililerinin elleri ayaklarına dolandı ve Reis’in her dediğini kabul ettiler.
İnşaat 20 ayda bitecek, fiyat 850 milyon lira olacak!
Merak ediyorum: O zaman ihale hatalı mı yapılmıştı ki inşaat süresi dört ay kısalırken, fiyat da 10 milyon lira düştü?
İhale normalse, bu şirket inşaatta neyi eksik bırakacak ki inşaat süresi 4 ay kısalıyor?
Yoksa AKM de, 3. Havalimanı gibi gerçekte açılmadan mı açılacak?
Fiyat 10 milyon düştü. Eski fiyat mı çok yüksekti, yeni fiyat nedeniyle inşaatta bazı şeylerden vaz mı geçilecek?
Neyi eksik yapacak ki fiyat 10 milyon lira azalıyor?

Soylu Bey, nasıl hatırlanmak istersin?

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu enteresan bir karakter.
İstanbul’da bir yürüyüş yapmak isteyen HDP milletvekillerine “sizi yürüten adam değildir” dedi.
Oysa daha bir kaç ay önce bir dava vesilesiyle en ileri insan hakları savunucusuydu. Avukatları AİHM kararlarına atıflarda bulunarak Soylu’nun Anayasal haklarını kullandığını söylüyorlardı.
Şimdi Anayasa aynı Anayasa, AİHM aynı AİHM. Ama HDP’li milletvekillerine sıra gelince “Sizi yürütürsem adam değilim” diyebiliyor.
Soylu Bey’e tavsiyem şu ki yıllar sonra “adam gibi” hatırlanmak istiyorsa hal ve hareketlerini bir gözden geçirsin.
Kimse Anayasa’yı çiğneyen, İnsan Hakları Sözleşmesi’ni yok sayan birisini 30 – 40 yıl sonra hayırla anmaz, ben söylemiş olayım.
30 – 40 yıl önce ya da daha eskisinde bu tür merakları olan siyasetçiler bugün hayırla anılıyorlar mı?

Bakandan aldıkları emri uygulamak isteyen polisler ile HDP’liler arasında geçen konuşma da ilginç.
Milletvekili Mithat Sancar, Anayasa’da toplantı ve gösteri hakkı ile ilgili hükümleri hatırlatınca görevli polis amiri şunu söylemiş:
“Sizin kadar olmasa da biz de Anayasa’yı biliyoruz, siyasal okudum.”
Polis bey kardeşimiz benden duymamış olsun ama sanıyorum Anayasa’yı tersinden okumuş.
Bir Mülkiyeli ağabeyi olarak ona Anayasa’nın ve bir üst hukuk metni olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili maddelerini hatırlatmak isterim. Bunlar ile ilgili AİHM içtihatları da cabası. Oraya kadar gitmek istemez ise Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararları da internette mevcut. Kendisi bunlara ulaşamaz ise bana bir e-posta yollasın, ben toplayıp, ileteyim.
Merak ettim, üniversitedeki Anayasa hocası kimdi acaba? Düşünüyorum, düşünüyorum aklıma Burhan Kuzu’dan başka Anayasa’nın böyle anlaşılabileceğini anlatabilecek bir hoca gelmiyor.
Polis Bey, 18 Ağustos’tan beri İstiklal Caddesi’nde eyleme izin vermediklerini belirttikten sonra şunu da söylemiş:
“Size izin verirsem, aylardır yaptıklarımı nasıl açıklayacağım?”
Ah be kardeşim, aylardır yaptıklarını da, dün yaptıklarını da açıklayamayacaksın zaten.
Sorun da tam olarak bu!