Erdoğan yönetiminin bakanlarının, süresi içinde istifa etmedikleri için milletvekili adayı olamayacaklarına ilişkin tartışmada Yüksek Seçim Kurulu son sözü söyledi.
Bakanların milletvekili adayı olmalarında bir engel yokmuş, aday olabilirlermiş.
YSK, “bakanların atanma usullerinin farklı olması ve Meclis’te yemin etmeleri nedeniyle kamu görevlisi sayılamayacaklarını” karar altına aldı.
Böylece bir hukuki tartışmanın daha sonuna gelmiş bulunuyoruz, çünkü YSK’nın kararları kesin.
Şimdi oldukça tuhaf bir durum ortaya çıkıyor.
Başkanlık sistemine geçildiğinden beri bakanlar, siyasi olarak sorumluluk taşımıyorlar.
Siyasi sorumlu Cumhurbaşkanı.
Bakanlar hakkında gensoru verilemiyor.
Ancak kamuda görev yapıyorlar. Maaşlarını kamu görevlisi olarak alıyorlar. Milletvekilleri bakan alarak tayin edilirlerse, milletvekilliğinden istifa etmek zorundalar.
Yani ince hukuki tartışmaları boş verin, bakanlar açıkça kamu görevlisi pozisyonundalar.
Ama YSK karar vermiş, diyor ki “bunlar kamu görevlisi değiller”!
Peki bakanlar ne görevlisi?
Özel sektörde mi çalışıyorlar?
Yoksa bakanlıklar, bakanlara ihale edilmiş tüzel kişilikler olarak mı görülmeli?
Benim dikkatimi çeken şey şu ki “yüksek hakimlerin görev yaptığı” YSK’nın kararları ile mahkemelerin kararları birbiri ile uyuşmuyor.
Mesela İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya, 2019’da Üsküdar’da halka hitaben konuşma yaptığı sırada hakaret ettikleri gerekçesiyle haklarında dava açılan Saadet Partili iki vatandaş, “kamu görevlisine alenen hakaret” suçundan mahkûm edilmişlerdi.
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da “kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret” suçlamasıyla 354 gün hapis karşılığında 10 bin 620 lira adli para cezasına çarptırılmıştı.
Buradaki “kamu görevlisi” de yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu idi.
Bakanlara yan gözle baktığınızda “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ettin” diye savcılar dava açıyor, mahkemeler de mahkûmiyet kararını yapıştırıveriyor.
Hatırlarsınız İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da “kamu görevlisine karşı görevinden dolayı gıyabında alenen hakaret” suçundan 354 gün karşılığı 7 bin 80 lira adli para cezasına çarptırılmıştı.
Buradaki “kamu görevlisi” ise Ordu Valisi idi.
Yani Ordu Valisi kamu görevlisi sayılıyor ancak onun amiri pozisyonunda olan İçişleri Bakanı kamu görevlisi sayılmıyor.
Bilmece gibi.
YSK’nın bu kararından sonra şunu merak ediyorum: Artık bakanlar kamu görevlisi sayılmadıklarına göre onlara canımızın istediği gibi hakaret edersek “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret etmiş” sayılacak mıyız, sayılmayacak mıyız?
—————————-
Erdoğan’ın ratingi yerlerde
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TRT’de gazeteci süsü verilmiş maiyet memurlarının sorularını yanıtladı.
“Sorularını yanıtladı” diye yazdım ama bu lafın gelişi tabii. Ya da işin doğrusunun böyle olması gerektiği için.
Soru sorulması Erdoğan’ın tercih ettiği bir durum değil çünkü.
O kendi bildiği ezberini tekrarlamak istiyor, bu tipleri karşısına sebilhane sürahisi gibi dizmesinin nedeni bu.
TRT’nin internet sitesinde bile bu orta oyununa katılan “gazeteci süsü verilmiş” kişilerin kimler olduğu, hangi soruları sorduğu yer almıyor.
Çünkü sorular zaten onların aklına gelmiş değil, ellerine yazılı olarak tutuşturuluyor, orada bulunmalarının nedeni dekoru tamamlamak.
Erdoğan’ın karşısında gerçekten soru soracak gerçek gazetecileri istememesi de normal, çünkü sorulacak bazı sorulara yanıt veremeyeceğini en iyi kendisi biliyor.
Zaten Erdoğan’ın demokrasi anlayışının sınırları da buradan geçiyor, bir adım ilerisi mayınlı bölge!
Önceki gece düzenlenen bu “basın toplantısı orta oyunu” TRT’ye ait bütün kanallardan aynı anda canlı yayınlandı.
TRT 1, TRT Haber, TRT Avaz, TRT Türk, TRT Kürdi, TRT World, TRT Arabi, TRT Radyo 1 ve TRT Radyo Haber’de aynı anda.
Hatırı sayılır bir kitleye ulaştığını hesaplayabilirsiniz.
Ancak ilginçtir ki rating listelerinde ilk onda yer alamamış.
Selçuk Tepeli ile Fox Haber, tek başına bütün bu gazetecileri geçmeyi başarmış. Müge Anlı ve Esra Erol da!
Erdoğan’ın TRT’deki canlı yayını ilk 100 program içinde ancak 33. olabilmiş. Ratingi 1.20.
Bu da sürpriz değil çünkü Erdoğan’ın bu ayın başından beri katıldığı üç canlı yayın da izlenmedi.
Böyle bir programı izlememenin, seçimler öncesinde oy eğilimi olarak bir anlamı var mıdır bilemiyorum.
Erdoğan’ın bu televizyon gösterilerinin vatandaş nezdinde iş yapmadığı kesin.
Öte yandan Erdoğan’a açılan bu kanalların diğer Cumhurbaşkanı adaylarından esirgendiğine de dikkatinizi çekmek isterim.
TRT dışında çıktığı kanallar özel kanallar ve diyelim ki yayın politikaları gereği sadece Cumhurbaşkanı’na söz hakkı veriyorlar.
Seçim öncesi kabul edilebilecek bir şey değil ama diyelim ki öyle olsun.
TRT ise kamu kanalı. Bütçesi, bizlerden toplanan vergilerden oluşuyor.
Yandaş yapım şirketlerine bol keseden dağıtılan paralar mevzuuna şimdilik girmeyelim.
Bağımsız olmasını bu rejimde elbette beklemiyorum ama en azından seçime giderken “tarafsızmış gibi” yapmalarını beklememiz gerekir.
Yani diğer Cumhurbaşkanı adaylarını da canlı yayında gazetecilerin karşısına çıkarmalılar ki vatandaşlar kime oy verecekleri kararını verirlerken herkesi dinlemiş olsunlar.
Üç hafta kaldı, bakalım böyle bir şey gerçekleşecek mi?
“Seçimlerin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğünü” sağlamakla görevli Yüksek Seçim Kurulu’nun da kulaklarını çınlattım.
Oturdukları yerde kulaklarının içinde “çınnnnnnnnn” diye bir ses duydularsa, bilsinler ki sorumlusu benim.
——————————-