Gezi Parkı’na alışveriş merkezi yapabilmek için ağaçların kesilmeye başlanmasıyla birlikte başlayan protesto gösterileri ile ilgili olarak açılan ilk davada mahkeme beraat kararı vermişti.
Bu beraat kararı daha sonra siyasi baskıyla istinaf mahkemesinde bozuldu, yargılamayı yapan mahkemenin üye yapısı da değiştirilerek Osman Kavala ve arkadaşlarının mahkûm olmaları sağlandı.
Ayşe Barım’ın tutuklanmasını sağlayan savcının, Sulh Hukuk hakimine gönderdiği sevk evrakında da suçlama o tarihteki telefon dinleme tutanaklarına dayanıyor.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, 18 Şubat 2020 tarihinde Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Yiğit Aksakoğlu, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Yiğit Ekmekçi, Ali Hakan Altınay hakkında beraat kararı verirken, sanıkların yargılanmalarına neden olan telefon dinleme ve teknik araçla izleme kararlarının hukuka aykırı alındığını belirtmişti.
Mahkeme, dava dosyasındaki 53 dinleme kaydının “hukuka ve kanuna aykırı delil” niteliğinde bulunduğunu tespit etmişti.
Yargıtay’ın hukuka aykırı toplanan deliller ile verilen mahkûmiyet kararlarını bozduğuna ilişkin içtihatları hatırlattığı kararında mahkeme şunu söylüyordu:
“Dosyamızda 53 adet dinleme kararının bulunuyor. İlk dinleme kararının ‘suç örgütü kurma ve yönetme’ suçuna ilişkin olarak verildiği, ‘Hükûmete karşı suç’ suçundan verilmediği, daha sonra dinlemenin uzatılması talep ve kararlarında ayrıca TCK’nin 312. maddesinin (hükümete karşı suç) eklendiği, ancak 312. maddenin o tarihlerde CMK’nin 135 / 8 maddesinde sayılan ve yasal dinlemeye konu suçlardan olmadığı, bu tarihten sonra verilmiş bir dinleme kararının da bulunmadığı, bu haliyle dinleme kayıtlarının kanuna ve hukuka aykırı delil niteliğinde bulundukları, konudaki yerleşik Yargıtay içtihatları ve ‘zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir’ ilkesi de göz önüne alındığında iddianameye konu tapelerin yasak delil mahiyetinde bulundukları kabul edilmiştir.”
Bir mahkemenin “kanuna ve hukuka aykırı delil” olarak kayda geçirdiği ve “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” diye tanımladığı telefon dinleme tutanakları, aradan geçen bunca yıldan sonra Ayşe Barım’ın tutuklanması için delil kabul ediliyor.
Allah ıslah etsin!
——————————-
Savcı, menajeri ne zannediyor?
Ayşe Barım’ın tutuklanıp hapse yollanması ve Halit Ergenç ile Rıza Kocaoğlu hakkında “yalan tanıklıktan soruşturma açılması” ile ilgili gelişmeler, memleketimiz savcılarının menajer – oyuncu ilişkisini yeterince kavramamış olduklarını düşündürüyor.
Barım hakkında, Ergenç ve Kocaoğlu’na yöneltilen soruları okuyunca başka bir şey aklıma gelmiyor zaten.
Sorularından anlaşılıyor ki savcı bu ilişkide Ayşe Barım’ı patron, oyuncuları ise söz konusu patrona bağlı çalışan kişiler zannediyor.
Oysa menajer – yetenek ilişkisi bunun tam tersidir.
Bu ilişkide bir “patron” aranacaksa patron, oyuncu, ressam, şarkıcı gibi yetenek sahibi olan kişidir.
“Müşteri velinimettir” diye bir atasözümüz bile var.
Burada “müşteri”, kazancının belli bir bölümünü komisyon olarak ödeyerek menajer ile çalışır.
Menajer de müşterisi olan sanatçı adına pazarlık eder, müşterisinin şöhret ve itibarını korumaya çalışır, mümkün olabilecek en iyi rolü, sahneyi, ücreti vs. alabilmesi için elinden geleni yapar.
Ayşe Barım’a yöneltilen “oyuncularını koruyor, başkasına rol verdirmiyor” suçlaması esasen Barım’ın işini doğru yaptığını gösterir, bir suça işaret etmez.
Menajer, müşterisinin patronu olmadığı için aralarında bir emir – komuta ilişkisi de yoktur.
Yani Ergenç ya da Kocaoğlu gibi bu işe ömrünü adamış, tecrübeli bir oyuncu, sırf menajeri istiyor diye bir mitinge gitmez, siyasi faaliyete katılmaz.
Tıpkı Ergenç ve Kocaoğlu’nun ifadelerinde söyledikleri gibi!
—————————————–
Bu tehditler hayra alamet değil
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkını” kullanmayı “darbeye ya da isyana davet” olarak yorumladı
Anayasa ile teminat altına alınmış bu hakkı kullanmak isteyecek T.C. vatandaşlarını tehdit etmeyi de ihmal etmedi: “Haydi yüreğiniz yetiyorsa çıkın sokağa da görelim!”
MHP Genel Başkanı’nın böyle bir tehdit dili kullanması ile Türkiye’deki herhangi bir parti liderinin kullanması arasında fark olduğunu biliyoruz.
Tesadüf bu ya Bahçeli’nin bu çıkışı ile aynı gün benzeri bir tehdit AKP Gençlik Kolları Başkanı tarafından da dile getirildi.
O tehdit de ciddiye alınmalı. Çünkü AKP’nin elinde de bu amaçla kullanabileceği bir devlet gücü var.
Nitekim aradan 12 yıl geçtikten sonra, 12 yıl önce adı bile gündeme gelmemiş bir genç kadın “Gezi protestolarıyla hükümeti devirmeye teşebbüs” suçlamasıyla cezaevine gönderildi bile.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemek, artık hangi maddesinin yürürlükte kaldığını bilemediğimiz Anayasa’nın güvence altına aldığı bir hak.
AYM ve Yargıtay’ın da bu hakkın kullanımının idari kararlarla engellenmesine karşı verdikleri sayısız karar da var.
Bu bir demokraside, varlığı tartışılmayacak bir hak.
Devlete düşen görev bu hakkı kullanmak isteyenleri peşinen suç ilan etmek değil, hakkın kullanımını kolaylaştırmaktır.
Hakkın kullanımı suç değildir.
Bu tür protestolardan sadece diktatörler korkar ve o tür ülkelerde bu tür gösteriler yasaktır.
Bizim Ala Turka başkanlık sistemimiz henüz böyle bir diktatörlüğe dönüşmüş sayılmaz ama o noktaya olan mesafe de belli ki giderek kısalıyor.
İktidarın iki ortağının birden bu hakları kullanmak isteyenleri tehdit etmeleri hayra alamet değil.
——————————————-