Geçen gün Oksijen yazarı Dr. Ayşegül Çoruhlu ile The Peninsula’nın Boğaz’ın girişine hâkim bir süitinde buluştuk.
Hayır öyle değil, şeytanın sizi yoldan çıkarmasına ve gıybete yöneltmesine izin vermeyin.
Oksijen TV’nin, youtube’da bu haftadan itibaren izleyebileceğiniz bir dizisi için bir bölüm çektik.
Bu dizide Oksijen yazarları birbirleriyle sohbet ediyorlar, en şanslıları benmişim ki karşımda Ayşegül Hanım vardı. Bekir’e ya da Serdar’a da denk gelebilirdim!
Tabii hekimi karşımda bulunca hemen sordum: Günde kaç kilo brokoli yemeliyim ki potasyum ve K vitamini ihtiyacımı karşılayabileyim?
Meğerse o iş öyle olmuyormuş.
Bir kamyon domates yiyerek ancak alabileceğim likopeni bir hap yutarak da alabilirmişim.
Neyse aklım zaten böyle çalışmıyor; ben daha çok “tümevarımcı” sayılırım.
Sonunda konuşma döndü dolaştı ve bu kez kendimi Ayşegül Hanım’ın “ne kadar uzun yaşamak istersin” sorusuna yanıt ararken buldum.
“Lakin ne çok uzun yaşamak isterim velakin ne de kısa yaşamak isterim” diye aklımdan geçirdim ama söylemedim.
Bir yıl daha biterken zaten benim yaşımdakilerin aklının bir köşesinde, yakınlarımıza itiraf etmeyi başaramasak da bu soru geliyor: Kaç yılbaşı kaldı?
Faruk ve Apo ile geleneksel yılsonu yemeğimizi yerken de aynı konu açıldı. Üçümüz aynı yaşta değiliz, ben ortancayım, onun için bir rakam verip birini üzmek, diğerini sevindirmek istemedim.
Ayşegül Hanım’ın söylediğine göre ne kadar uzun yaşadığımdan daha çok, ne kadar zinde yaşayacağım önemliymiş.
Gerçekten uzun yaşayan tipleri aklımdan şöyle bir geçirdim!
Mesela 1912 doğumlu New York’lu Louise Signore hala hayatta, Allah daha da uzun ömür versin. Ben hatırlatmış olmak istemem ama sanki Azrail tarafından unutulmuş gibi.
Signore Teyze, 107 yaşına geldiğinde uzun yaşamının sırrını “bekarlık” olarak açıklamıştı.
Bunun yanı sıra düzenli egzersiz yapıyor, sağlıklı besleniyor, dans etmeyi de ihmal etmiyor.
Dansı tek başına mı ediyor, yoksa bir dans partneri var mı, daha sonra bu dans partneriyle romantik bir yakınlaşma yaşıyor mu, bunu bilemiyorum. Beni ilgilendirmez de zaten.
Kendisinden 5 yaş küçük kız kardeşi de 102 yaşındayken ablasına “keşke ben de evlenmeseydim” diyormuş.
Ebediyete çoktan intikal etmiş bulunan eşinin bu konudaki düşüncelerini doğal olarak gazetecilik mesleğinin sınırları içinde kalarak alabilmek mümkün değil.
Belki bir ruh çağırma seansında alınabilecek bir yanıt bu ama şunu da kolayca tahmin edebiliriz ki adamcağızın ruhu, böyle düşünen karısının olduğu bir yere kesinlikle gelmeyecektir.
2 Ocak 1906 doğumlu İskoç Jessie Galan, 109. yaşını kutladığı yıl uzun yaşamının sırrını Daily Mail gazetesine şöyle açıklamıştı:
“Uzun yaşamamın sırrı erkeklerden uzak durmamdır. Erkekler, sahip oldukları değerden daha fazla bela açarlar.”
Jessie Teyze her gün spor yaptığını ve her sabah bir kâse dolusu sıcak süt ile pişirilmiş yulaf lapası yediğini de söylüyordu.
Maalesef bu söyleşisinin yayınlanmasından üç ay sonra hayata gözlerini yumdu.
Kim bilir, belki de birilerinin nazarı değmişti! Benim nazarım olmadığımdan eminim, bu haberi okurken tahtaya vurmuş, dilimi de ısırmıştım çünkü.
İngiltere’nin en yaşlı kadını olan 112 yaşındaki Gladys Hopper da uzun yaşamasının sırrını “aptalca şeylerle uğraşmamak” diye açıklamıştı.
Gladys Hanım’ın “aptalca işler” tanımının içine erkekler de giriyor.
Doğrusunu isterseniz, kadınlar ile kıyaslandığımızda gerçekten aptal gibi görünüyoruz.
Gladys Teyze de artık aramızda değil, Müslüman olmadığı için orada kendisini rahatsız edecek bir erkek olmayacak zaten, huzur içinde uyusun. Müslüman olsaydı her bir erkeğe verilecek 70 cariyeden biri olma tehlikesi vardı.
Türkiye’de 100 yaş sınırını geçen kadınların, erkekler ile ilgili neler düşündüklerini bilemiyoruz.
Bizde böyle şeyleri konuşmak ayıp karşılanıyor, hele de yaşını başını almış bir kadın ile!
Sizin de dikkatinizi çekmiş olmalı, erkeklerden uzak yaşamak bu örneklerin uzun ömürlerinin nedeni gibi sunuluyor.
Haklı da olabilirler çünkü erkeklerin kısa yaşamasının nedeni de kadınlardır.
Bu cennet vatanımızda erkekler ortalama 75 yıl 8 ay yaşarken, kadınlar 81 yıl 3 ay yaşarlar.
Bir Türk halk deyişinde ifade edildiği gibi “erkeği kadın peşinde koşmak öldürür”!
Refik Ahmet Sevengil’in, “İstanbul Nasıl Eğleniyordu” (İletişim Yayınları) isimli kitabında anlatılan bir öykü var. Sanırım bu halk deyişinin kaynağı da o hikâye.
Padişah II. Selim içkiye ve kadınlara düşkünlüğüyle tanınıyordu.
Bugünkü bilgilerimizle “seks partisi” diyebileceğimiz ama o günkü adetlere göre böyle tanımlanması doğru olmayacak bir “hamam sefasında” olanlar oldu.
Sevengil’in tabiriyle “tadına önceden bakılmış yosmalar” bu eğlenceye çağrılmamıştı.
Harem ağalarının imparatorluğun çeşitli kentlerinden getirttiği güzel kızlar yıkanıp, paklandılar ve efendi hazretlerini yıkamakla görevlendirildiler.
II. Selim o gün içkiyi yine fazla kaçırmış, hamamın sıcaklığının da etkisiyle “halvet – i hümayun” sırasında iyice gevşemişti. Kızlar onu önce yıkamışlar, sonra vücuduna güzel kokularla masajlar yapmışlardı.
Sevengil’e göre “çıplak kızlar kahkahaları, çığlıkları hamamın kubbesinde çınlarken sedef kakmalı nalınların üzerinde ayakları burkularak, vücutları kıvrılarak bucak bucak kaçıyorlar, II. Selim ise sakalları titreyerek heyecan ve sarsıntıyla kızları tutmak için koşuyordu.”
Gözdelerden birini yakalamak üzereyken Selim’in ayağı burkuldu, dengesini yitirdi ve mermer zemin üzerine olanca ağırlığıyla devrildi. Kızlar koştular. Hamamdan yatağına taşınan padişah bir daha kalkamadı. Sefahatle yıpranmış yaşlı vücudu ne o heyecana ne de mermer zemine düşmenin vücutta yarattığı travmaya daha fazla dayanamamıştı. Halife Padişah kadın peşinde koşarken dünya değiştirmişti.
Ulema, Halife hazretlerinin mekânının cennet olacağını halka anlatırken, halk da boş durmamış ve ünlü “insanı kadın değil, kadın peşinde koşmak öldürür” deyişini kuşaklar boyunca dilden dile taşımıştı.
Ceddimizi rahmetle anarken size bir soru soracağım:
“Hangisi iyi: Tek başınıza yüz yıl yaşamak mı? Yoksa, sizi görünce heyecandan eli ayağına dolaşan, isminizi söylerken içi titreyen, saçlarınızın rüzgârda savruluşundan şiirsel anlamlar çıkaran bir erkekle / kadınla daha kısa süre mesela 85 sene yaşamak mı?”
Aşk, insanın yaşam çakralarını açtığı gibi hayatınızın sondan beş on yılını da götürüyor olabilir.
Beş on yıl kısa yaşamak mı, yoksa yüz yıl sürecek bir yalnızlığın esiri olmak mı?
———————————–