DIŞİŞLERİ Bakanı Ali Babacan, dur durak bilmeden geziyor.
En son olarak ABD’ye uçtu. Kongre’de iki-üç sıradan senatör ile görüştü, Washington’da sayıları yüzleri bulan “düşünce üretim kuruluşlarından” birinin bizim evin salonundan hallice salonunda, kim olduklarını pek kimsenin bilmediği davetlilere bir konuşma yaptı.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan, bu geziye neden gerek gördü merak ettim.
ABD’de kasım ayında seçim olacak ve ülke yeni yıla yeni bir iktidar ile girecek.
Son aylarını yaşayan “topal” bir hükümet ile Ali Babacan hangi konuyu görüşüp çözümlemiş olabilir?
Eğer “İsrail-Suriye görüşmeleri” ile ilgili olarak ABD’li yetkililere bilgi verilecekse, alt düzeydeki yetkililere bilgi vermek için koca Dışişleri Bakanı, ABD’ye kadar gider mi?
Devletler arasındaki ilişkilerde, karşılıklı eşitlik diye bir kavram yok mu?
Mesela ABD Dışişleri Bakanı, Ankara’ya gelse, Türk Dışişleri Bakanı ile görüşmeden işini bitirmiş sayılır mı?
Neresinden baksanız izaha muhtaç bir gezi bu!
Öyle görünüyor ki Babacan’ın da amacı zaten Türk-ABD ilişkileri değil. Partisinin “büyükelçisi” olarak kapatma davasına karşı demeç verecek uluslararası şöhretler aramak peşinde dolaşıyor.
Masrafları Dışişleri Bakanlığı bütçesinden ödenen ve AKP için yapılan bir halkla ilişkiler faaliyeti bu!
| ‘DEVRİM’ İYİ DE, BU TEŞKİLATLA OLMAZ! | 
DİYANET İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Van’daki İl Müftüleri Semineri’nde açıkladığı kararların “tarihi nitelikte” olduğunu söylüyor.
Bugüne kadar İslam diye yutturulan hurafelerle mücadele yolunda atılan önemli adımlar bunlar.
Kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmemesi, tekeşliliğin esas olarak kabul edilmesi, günlük hayatı ilgilendiren konularda Türkiye’deki geçerli mevzuat ve Medeni Kanun’un da dikkate alınması gibi konular.
Biliyorsunuz, bir yandan da gerçek hadisler ile sonradan uydurulmuş, kaynağı belirsiz hadisleri ayıklamak için de uzun soluklu bir çalışma Diyanet tarafından sürdürülüyor.
Bu kolay bir çalışma değil elbette.
Benim “şeytan hadisleri” diye isimlendirdiğim, sonradan uydurulmuş hadisler, İslam dininin zamanın gereklerine göre yeniden yorumlanmasının önündeki önemli engeller olarak durdu.
Ve bu tür çabaların ciddi bir dirençle karşılaşacağına da hiç kuşku yok.
Ve en büyük direnç de bizzat Prof. Dr. Bardakoğlu’nun başında bulunduğu teşkilattan kaynaklanacak.
Kene ısırığından ölümleri “fuhşun cezası” diye niteleyebilen imamların, müftülerin olduğu bir teşkilattan, bakalım nasıl bir “devrim” çıkacak?
| CEZA TEHDİDİ VARSA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ YOKTUR | 
TÜRKİYE çapında bütün telefon görüşmelerinin, SMS ve e-posta trafiğinin, polis, MİT ve jandarma tarafından teknik takip yoluyla izlendiğini halkımız gazete haberlerinden öğrendi.
Yargıtay’ın, “usulsüz ve kanunsuz” olduğunun altını çizdiği bu takip, bireysel özgürlüklerimizin nasıl bir tehdit altında olduğunu gösteren bir örnekti.
Bu olayı ortaya çıkartan meslektaşlarımız gerçekten önemli bir iş yaptılar.
Ve yaptıkları elbette karşılıksız kalmadı!
Bu olayı ortaya çıkartan iki muhabir arkadaşımız Gökçer Tahincioğlu ve Kemal Göktaş hakkında “terör ve organize suçlara bakmakla görevli savcılık” tarafından soruşturma açıldı.
Tebligat Kemal Göktaş’a gazete çıkışında yapıldı.
Gökçer Tahincioğlu’na tebligatın yapılmak istendiği yer ise bir fıkrayı çağrıştırıyordu:
Anayasa Mahkemesi’nin önü.
Anayasal bir özgürlüğün devlet ve yargı organları marifetiyle ayaklar altına alındığını yazan gazeteciye, tebligat için Anayasa Mahkemesi’nin kapısından daha iyi bir yer bulunamazdı zaten!
Dün bana ulaşan haberlerden anlaşılan, soruşturmayı açan savcının “terörle mücadelede görev yapan kamu görevlilerini hedef gösterme suçunun işlendiği” kanaatinde olduğu.
Elbette soruşturma açılması, bunu bir davanın takip edeceği anlamına gelmiyor.
Ancak şunu hatırlatmakta yarar var:
AİHM kararlarına göre ceza tehdidi varsa, özgür basın faaliyeti yok demektir.
Öte yandan merak ettiğim bir konu da var: 
Savcı Bey, hazır bu konuyu soruşturmaya başlamışken acaba yetkilerini kötüye kullanarak bir Anayasal özgürlüğün kullanılmasını engelleyenler hakkında da işlem yapacak mı?
