Perihan Savaş’ı ilk ve tek görüşüm yanlış hatırlamıyorsam 15-16 sene öncesine rastlıyor.
İzmir Fuarı’nda ilk kez sahneye çıkan Perihan Savaş ile Türkiye’nin Sesi Radyosu için konuşmuştuk.
O zamanlar 18-19 yaşlarında olmalıydı. Olağanüstü bir güzelliği vardı. İbrahim Tatlıses ile birlikte oturuyordu.
O kadar zarif ve narin bir kızın nasıl olup da İbrahim Tatlıses gibi birisiyle birlikte olabildiğini bir türlü anlayamamıştım. O yıllarda Tatlıses de “Ayağında kundura ve Sabuha” dönemindeydi.
İkisinin arasındaki ilişkiye bir mana veremeyişimin sebebi ise açıkça Tatlıses’in o zamanki incelmemiş köylü-amele görüntüsüydü.
O zaman sevgiyle ilgili en temel doğruları bilmiyordum.
Sevgiyi, etkin bir biçimde destekleyen şeyin yalnızca uygunluk ve plastik kusursuzluk olabileceğini zannediyordum ki, gerçek hiç de öyle değildi.
Sevginin ayrıntılarla beslenerek, küçük küçük adımlarla ilerlediğini de bilmiyordum.
Sevginin özünde bir “seçim” olduğundan da habersizdim.
Bu yüzden de bana kızmayın. Ben de daha 22 yaşındaydım ve her ne kadar herşeyi bildiğimi zannediyor olsam da özellikle kadın-erkek ilişkileriyle ilgili bilgim Baroche ve Kinsey raporlarından öteye değildi.
Kadın ruhunun, erkek ruhuna göre çok daha bütün olduğunu, kadının içsel yapısındaki bir çok öğenin birbirleriyle tutarlılık içinde birarada bulunduklarını çok sonradan öğrendim.
Ancak bunu öğrendikten sonradır ki, bir kadına göre en iyi erkekle, bir erkeğe göre en iyi erkeğin tariflerinin birbirleriyle benzeşmediklerini gördüm.
Toplumun bir erkekte yüce ve saygın değer olarak tarif ettiği şeylerin kadınların büyük çoğunluğuna erotik açıdan bir şey ifade etmediğini anladım. Kadını aşık eden şeyin, erkeğin herkes tarafından beğenilen ve yüceltilen vasıflarının değil, sadece ve sadece “ilgi çekicilik” olduğunu artık rahatlıkla söyleyebiliyorum.
Çirkin ama zeki erkekler bilirler ki, yakışıklı ve aptal erkeklerle yaşadıkları aşk serüvenlerinde yakalandıkları can sıkıntısından kadınları kurtarmak görevi eninde sonunda kendilerine düşecektir.
Neyse uzatmayalım, o zaman Perihan Savaş-İbrahim Tatlıses ilişkisini pek de doğru bulmamıştım.
Sonra aradan yıllar geçti. Perihan Savaş, bana göre hatadan döndü ve bana göre kendisine daha uygun olan Yılmaz Zafer ile evlendi.
Yılmaz Zafer’in hastalığıyla geçen aylar boyunca da hep Savaş’ın artık doğru seçimi yapmış olduğunu düşündüm.
Bu yüzden de gazetelerde, dergilerde ve televizyonlarda Perihan Savaş ve Yılmaz Zafer ile ilgili çıkan haberlere, röportajlara hep ilgi gösterdim.
Tüm röportajların ana teması Perihan Savaş’ın fedakarlığıydı.
Sonra düşündüm. Perihan Savaş aslında, hepimizin annesinin, kansının yapabileceğinden daha farklı bir davranış göstermiyordu.
Sevgiyle bağlı olduğu kocasının yanında duruyor, onu terketmiyor, onun iyileşmesi için maddi ve manevi her türlü fedakarlığa katlanıyordu.
Bunu hangimizin annesi yapmazdı ki? Hangimizin eşi, böyle bir duruma düşsek, kapıyı çeker giderdi?
Cevaplarınızı duyar gibiyim. Evet, aynı fedakarlığı geleneksel Türk aile terbiyesi içinde yetişmiş hemen hemen her kadın gösterirdi.
Peki o zaman Perihan Savaş’ın durumunun özelliği neydi? Herkesin yapabileceği bir şeyi yapan bir kadının durumu neden haber oluyordu?
Cevap, Perihan Savaş’ın sıradışı bir kadın olmasında, film oyuncusu olmasında yatıyordu.
Perihan Savaş kadar güzel bir kadının hele bir de film oyuncusuysa, hemen her, kadının yapabileceği bir şeyi yapıyor olmasına inanamıyorduk.
Çünkü beynimizin gerisinde bir yerlerde film oyuncusu kadınların “kötülüğü” ile ilgili şartlanmalar vardı.
Perihan da kafamızdaki o role uygun davranıp, kocasını hasta haliyle bırakıp, sokaklarda fingirdemeye gitse bunu hiç yadırgamayacaktık.
Çünkü film oyuncusu bir kadına biçtiğimiz rol buydu. Ama o bu rolü kabul etmeyip, her Türk kadınının yaptığını yapınca da “fedakar kadın” payesini vermekte gecikmedik.
Onun fedakarlığının bu kadar çok altının çizilmesinin, o bunun farkında olmasa bile onu incitebileceğini düşünmedik.
Bu yüzden ona çok büyük haksızlık yaptık.
Ona fedakar eşliği, fedakar anneliği yakıştıramadığımız için, ben kendi adıma, benim yönettiğim yayınlardaki benzer röportajlar nedeniyle Perihan Savaş’tan açıkça özür diliyorum.
Aslında bu yazıyı çok önceden yazmayı tasarlamıştım. Ama kısmet, Yılmaz Zafer’in toprağa verildiği güneymiş demek ki… Allah rahmet eylesin!
