Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bir Türk’ün garip dünyası

Pazar günü Kitap fuarı kapanmadan önce arkadaşlarımla birlikte fuara gittim.Türki­ye’de bu kadar çok kitap meraklısı olabileceğini doğrusunu isterseniz hiç tahmin etmiyordum.

İnsanlar akın akın Kitap Fuarı’na geliyorlardı. Türkiye’de kitap almak fu­ardan fuara gerçekleştirilen bir “eylem” olmuştu anlaşılan.

Doğan Hızlan bu durumu “kışlık erzak alır gibi” diye açıklıyordu, pazar günkü Hürriyet’te yazdığı yazıda. Gerçekten de alışveriş edenlerin çoğunun yüzünde o ifade vardı.

Fuardan ben de bazı kitapları al­dım. Haftada bir Ak Merkez’deki Remzi Kitabevi’ne baktığım için yeni birşeyler pek bulamadım, daha önce Okumayı düşünemediğim kitapları al­dım. Bir tanesi hariç!

“Sofi’nin Dünyası” adını taşıyan ro­manı Jostein Gaarder isimli Norveçli bir felsefe öğretmeni yazmış. Bu ro­manı okumanın çok “in” olduğu söyle­niyor:

Roman, Sofi isimli küçük bir kız ço­cuğunun posta kutusunda kendine gönderilmiş bir mektup bulmasıyla başlıyor. Mektupta bir tek sözcük yazılı: Kimsin?

Daha sonra belirli aralıklarla kutuya gelmeye devam eden sorular ve dakti­lo ile yazılmış mesajlarla, Sofi ile birlik­te okuyucu da felsefenin en temel sorularını düşünmeye ve öğrenmeye başlıyor.

İlk gece okuyabildiğim kadarıyla il­ginç bir deneme olduğunu hemen söy­lemeliyim. Okumayı tamamladığımda sizlere romanı daha geniş anlatmaya çalışan bir yazı yazacağıma söz veriyo­rum.

Ama şimdi izin verirseniz Sofi’ye gelen bazı sorular gibi benim de aklı­ma gelen bazı sorular var, onları sormak istiyorum.

Anayasa Mahkemesi tatilde!
Türkiye Tansu Hanım’ın mı, yoksa Mesut Bey’in mi daha “erkek” olduğu tartışmasıyla başlayan bir seçimin ka­pısında bekliyor.

Seçim Kanunu’nun Mecliste tartışıl­maya başlandığı ilkgünden beri Anayasa’ya aykırılığı ile ilgili ciddi iddialar var.

Kanunun Anayasa’ya aykırılığı ile ilgili olarak milletvekillerinin imzaladığı başvuru dilekçesini ülkenin en önde gelen anayasa hukuku uzmanlarından birisi hazırlamış.

Anayasa Mahkemesinin sayın üye­leri, bugüne kadar binlerce davaya bakmış deneyimli yargıçlar.

Türkiye gibi her şeyi hassas denge­lerin üzerinde duran bir ülkede seçim gibi önemli bir konunun askıda kalma­sının nelere yol açabileceğini ölçüp bi­çebilecek kadar da bilgileri var.

Ama gelin görün ki, Türkiye’de se­çim işiyle ilgili herkes cumartesi-pazar demeden mesai yaparken, Mahkememiz tatil yapıyor.

Bir an önce şu kanunun Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verseler de, tüm Türkiye nefesini tutmuş bir şekilde beklemese olmaz mı?

Tanju’ya özel af niye?
Tanju Çolak, Türkiye’nin en sevilen futbolcularından biriydi.

Talihsiz bir olayla -biraz cehalet de var tabii- bir otomobil kaçakçılığı su­çundan hapise düştü.

Şimdi iktidarı-muhalefeti biraraya gelmiş Tanju Çolak’ı affedecek özel bir yasa çıkarmaya uğraşıyorlar.
Peki bu adamların Tanju sevgisi ne­reden geliyor? Daha önce neredeler­di? Acaba bu af yasasının altında, ben­zeri suçlan işlemiş ama nasılsa yasal takibattan kurtulmayı başarmış bir kı­sım etkili ve yetkili kişiyi hapisten kur­tarma kaygısı mı yatıyor?

Yalı nasıl yandı?
Sait Halim Paşa Yalısı dün bir kez daha kül olmaktan son anda kurtarıldı. Gerçi yalının çatısı tamamen yandı, bazı süslemeler bir daha onarılamayacak şekilde tahrip oldu, ama hiç ol­mazsa binanın iskeleti ayakta.

Binada daha önce varolduğu söyle­nen tarihi eserlere ne olduğunu bilen var mı?

Birbirinden değerli tabloların sahteleriyle değiştirildiği, şimdi bu yangının bu nedenle çıkarıldığı iddiaları var.

Bir başka iddia da, yalıdaki değerli eserlerin Başbakanlık Konutu’na daha önce taşındığı şeklinde.

Peki bu kargaşa neden? Gazeteci­lerle birlikte bir uzmanlar heyetine ne­den yalı gezdirilip gerçeklerin bütün çıplaklığı ile ortaya dökülmesi düşünül­müyor?

Yoksa, değerli tabloların sahteleriyle değiştirildiği iddiaları doğru mu?

Ya da yalıdaki değerli eserlerin Başbakanlık Konutu’na taşınmasına neden gerek görüldü?

Bizim aklımız neden kaçmıyor?
Bütün bunlara rağmen Türk ulusu­nun gayet sakin bir şekilde işinde gü­cünde yaşamaya devam etmesi size de ilginç geliyor mu bilmiyorum.

Ama her gün bu yukarıda sorduğu­ma benzer yüzlerce soruyu kendimize sorabilmemiz mümkün.

Bunca olan şeye rağmen Türklerin nasıl olup da akıl sağlıklarını koruyabil­diklerini siz anlayabiliyor musunuz?

Bertrand Russel, “bilim neyi bildiği­niz, felsefe ise neyi bilmediğinizdir” di­yor.

Biz Türkler, kendimizle ilgili hiçbir şeyi bilmediğimize göre acaba birer fi­lozof mu oluyoruz?