RADİKAL

Avusturya'da geçmiş İtalya'da bugün

 SALZBURG – Bilimkurgu filmlerindeki gibi bir zaman makinesi icat edilse ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın dönemine gidilebilseydi ne olurdu? Kara Mustafa’nın Viyana önlerinde birbiri arkasına yaptığı askeri hatalar önlenebilir, Osmanlı’yı kesin bir çöküşe götüren zincirleme yenilgilerin önüne geçilebilir miydi? Eğer öyle olsaydı bugünkü Avrupa haritasına baktığımızda ne görürdük?

Bunlar yanıtlarını asla bilemeyeceğimiz sorular.
Önceki gün Viyana’da Askeri Müze ile Sanat Tarihi Müzesi’ni gezerken geçmişin izlerini sürdük. Osmanlı ordusundan arta kalmış kılıçlar, kalkanlar, otağlar, tuğlar arasında gezinirken yüzyılımızın başlarında Avrupa’da söz sahibi olan iki imparatorluğun ordularının birbirlerini vahşice boğazlamalarının resmedildiği dev tablolarla karşılaştık.
O tabloların önünde, bugünün iki demokratik cumhuriyetinin geçmişin izlerini toplumsal hafızadan silmeyi başarıp nasıl dost olabildiklerini düşündük.
O günlerden bugüne kalan artık düşmanlıklar değil.. Kuşatma ordularının bayraklarındaki aylara benzetilmiş çörekler, kruasanlar, suyla birlikte servis edilen nefis kahveler… Avusturya saraylarının bahçelerini süsleyen laleler…
Mozart’ın dünya durdukça yaşayacak ünlü operası Saray’dan Kız Kaçırma, Türk Marşı… Türkiye ile Avusturya arasındaki tarihi ilişkiler savaş gibi acılara yol açan olaylarla değil, insani özler taşıyan bu tür şeylerle yaşayacak.
Viyana’daki Türk Büyükelçiliği ünlü Prens Eugene Caddesi üzerinde. Bu bir tesadüf mü? Hiç sanmıyorum. Prens Eugene Avusturya’da ‘kurtarıcı’ olarak anılıyor. İkinci Viyana kuşatmasında Avusturya ordularına komuta eden bu asilzade, kuşatmanın kırılmasında büyük askeri başarılar göstermişti. Şimdi adı üzerinde Türk Büyükelçiliği olan caddede ve heykellerde yaşıyor. Türk Büyükelçiliği’ndeki dev bir halı da bugünkü demokratik Avusturya’nın tanıklarından biri. Avusturya’ya bağımsızlığını veren ve mutlak tarafsızlık ilkesini önfören 1955 tarihli anlaşma bu halının üzerinde imzalanmıştı.
Bugün de Salzburg caddelerinde dolaşıyoruz. Mozart’ın kentinde… 125 bin nüfuslu bu küçük şehirin ana caddeleri ‘Gerçek Türk döneri’, Amasya Lokantası gibi tabelalarla dolu. Türk Marşı’nın hepimizin yüreğine heyecan veren melodisinin yaratıcısının anısı şimdi bu lokantalarda da yaşıyor.
Sinemada Romy Scheneider’ın canlandırdığı Sisi’nin yüzüncü ölüm yılı 1998. Avusturya ile Macaristan’ın tek hanedanın bayrağı altında birleştiği dönemin unutulmaz ‘imparatoriçesi’ Elizabeth, Avusturyalıların ona taktıkları Sisi adıyla tanınıyor. Ömer Şerif’in oynadığı Mayerling Faciası filminden hatırlayacağımız acı olaylar Sisi’nin ülkesinden ölünceye dek uzaklaşmak isteğiyle sonuçlanmıştı.
Sisi’nin güzel ve hüzünlü yüzü şimdi her yerde. Çikolata jelatinlerinde, tişörtlerde, plastik saatlerde… 20. yüzyıl kapitalizmi her sinekten yağ çıkarma başarısını Sisi’nin anısı üzerinde de gösteriyor.
Artık geçmişin büyük imparatorlukları yok. Devletler aralarındaki anlaşmazlığı savaşarak değil, konuşarak çözüyorlar. Avusturya’da geçmişin ayak izlerini sürerken İtalyan Başbakan Massimo D’Alema’nın Türkiye’ye maç izlemek için gelmek istediğini öğreniyoruz. Amacın maç izlemek olmadığını, gerginleşen ilişkileri bir yoluna koymak için bir diyalog arayışı olduğunu söylemeye gerek var mı?