RADİKAL

Parayı veren düdüğü çalar

Avrupa Birliği’nin genişleme süreci dışında kalışımızla ilgili olarak bu sütun da dahil olmak üzere belki yüzlerce yorum yazıldı. İnsan haklarından tutun da, Kohl’ün “post – Nazi’ görüşlerine kadar birçok gerekçe öne sürüldü.

Milli Güvenlik Kurulu’nun dünkü toplantısında Dışişleri Bakanı tarafından yapılan bir açıklama konuya çok daha değişik bir boyut getiriyor.

Avrupa Birliği, ileride üye olarak arasına almak üzere olduğu ülkelere, Birlik ile uyum süreçlerini hızlandırmak ve kolaylaştırmak için maddi yardım yapacak.

Bilindiği gibi Avrupa Birliği’nin genişleme planı içine aldığı, iki ayrı gurupta toplanıyor.

Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Güney Kıbrıs, Polonya ve Slovenya 11 ülkelik genişleme planının ilk altılı grubunu oluşturuyor.

Avrupa Birliği, bu ülkelere yapacağı maddi yardımı “nüfus başına bin dolar’ olarak belirledi.

Litvanya, Letonya, Bulgaristan, Romanya ve Slovakya’dan oluşan ikinci beşli gruba da ‘nüfus başına 600 dolar’ tutarında yardım yapılacak.

11 aday ülkeye yapılacak yardımın toplam tutarı 75 milyar Ecu’yu, yani yaklaşık 82 milyar doları buluyor.

Türkiye, eğer adaylığı benimsenmiş olsaydı ikinci gruba dahil olacak ve nüfus başına 600 dolardan 65 milyonluk nüfusu için 39 milyar dolar tutarında yardım almaya hak kazanacaktı.

Yani Türkiye’nin adaylığının kabul edilmesi durumunda sadece Türkiye’ye yapılacak yardımın tutarı, diğer 11 ülkeye yapılacak toplam yardımın neredeyse yarısına karşılık geliyor.

Bu para elbette topluluk üyesi ülkelerin topluluğa katkıları oranında oluşturulacak bir fondan ödenecek.
Bu durumda Almanya, Avrupa’nın “ağabeyi’ olarak paranın büyük bölümünü ödemek sorumluluğunu yüklenecek.

Almanya’nın, Türkiye’nin üyeliğine şiddetle karşı çıkmasının altında yalnızca ‘siyasi ve dini’ sebeplerin yatmadığını, işin maddi bir boyutu da olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyoruz.

Türkiye ekonomik olarak gerçekten büyük bir lokma ve Avrupa Birliği öteki çerezlerin arasında bu lokmayı da sindirmekte bir hayli zorlanacaktı.

Bir yandan insan hakları ve demokrasi konusunda evimizi temiz tutmaya çalışırken, diğer yandan da fakirliğimizin Avrupa’yı rahatsız etmemesini sağlayacak ekonomik tedbirleri almamız gerektiğini söylemeye gerek var mı?