Gazeteci olmanın en iyi yanlarından biri hiç kuşku yok başka bir meslekte tanıyamayacağınız kadar değişik insanla tanışma olanağını bulmanız..
Tanıştığınız her insanın kendi başına bir dünya olduğunu aklınızda tutar, kendinizi bir keşif yolculuğundaymış gibi farz edebilirseniz bunun çok da yararını görürsünüz.. 
Benim için hep böyle oldu..
Bunun kötü bir tarafı da var elbette.. Tanıştığınız, kısa süreler için de olsa yakınlaştığınız insanlar, yaşam sürelerini doldurdukları zaman sizin de içinizden bir parça geri dönmemek üzere uçup gidiyor gibi olur… 
Sakıp Sabancı ile on iki – on üç yıl önce uzun bir uçak yolculuğunda tanışmıştım. İstanbul – Singapur – Tokyo – İstanbul uçağında.. Toplamı 24 saati geçen bir yolculuk..
Benim açımdan işin ilginç yönü, yakın bir geçmişte kaybettiğimiz Üzeyir Garih ile de aynı yolculukta tanışmıştım. 
‘Para, mevki geçicidir’
Üzeyir Bey ile yan yana oturuyorduk, Sakıp Bey de hemen önümüzdeki koltukta..
Konuşmayı, tecrübelerini ve fikirlerini durmaksızın anlatmayı seven iki insan ve ağzından kerpetenle laf çekilebilen ben! 
Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi onlar anlattılar, ben dinledim..
Bir ara “Bu yolculuk ne zaman bitecek, uçak düşse kurtulabilir miyim?” diye düşündüğüm de oldu, ne yalan söyleyeyim..
İki tecrübeli işadamından sonraki yaşamım boyunca çok yararını göreceğim öğütler dinlemiştim.. Ama en temel ders de şuydu: Paranın ve şu anda işgal ettiğiniz mevkinin gerçek yaşamda hiçbir değeri yoktur. Para gereklidir ama hiçbir zaman yeterli bir şey de değildir.. Mevkiler ise ödünç alınmıştır, belli bir süre sonra onu size verenler gelip alacaklarını tahsil ederler! Gerçekten değerli olan tek şey insanın kendi yaşamıdır. 
Nedendir bilmem, belki de ketumluğuma güvendikleri için gerçekten çok özel şeyler de anlatmışlardı bana bu anafikri destekleyecek..
Bıraktıkları yaşayacak
Yine neden olduğunu bilmediğim bir şekilde o yolculukta bana içlerini açan bu iki insanla daha sonra hiç bir arada olmadım.. Davetlerde, toplantılarda karşılaşılınca ayaküstü yapılan nezaket konuşmalarını saymazsam tabii ki.. 
Bir insanın yaşamının sona ermesi elbette en başta yakınlarını derin bir üzüntüye boğuyor.
Ne bir teselli cümlesi, ne de bir jest bu acıyı hafifletmeye yetebiliyor..
Böyle durumlarda Amin Maalouf’un, Afrikalı Leo isimli romanında okuduğum bir bölümü hatırlıyorum. Kelime kelime ezberimde değil ama mealen aktarabilirim. Bir hoca, annesini kaybetiği için derin bir acıyla sarsılan Leo’nun dayısına şöyle diyor: “Ona ne mutlu ki senin acını görmedi. Eğer bugün senin arkandan ağlayan o olsaydı, perişan olacaktı. Sıralı olan her şey için Tanrı’ya şükredelim..” 
Sakıp Sabancı her şeyin ötesinde salt insani yönleriyle çok değerli bir kişilikti.. Sadece para kazanmak, şirketler, fabrikalar kurmakla yetinmedi, ülkemizin sanat ve kültür yaşamının gelişmesi için de önemli katkıları oldu. “Hayır işleri”ne verdiği önem, yaptırdığı okullar, yurtlar daha uzun yıllar sanki aramızdaymış gibi yaşamasını sağlayacak.. 
Tanrı rahmetini esirgemesin..
