Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Çekip gitme ve kendini yadsıma hakkı

AMSTERDAM – Yetişkin insanların çocukları çok kıskandıklarına inanıyorum. Çocuklarla kendi hayatınızı kıyasladığınız takdirde bana hak vereceksiniz, biliyorum. Özellikle de çocukların ‘ağlama haklarına’ nefret dolu bir kıskançlık duyduğumuza hiç kuşkum yok.

Çocuklar için hayat basittir aslında. Ya oynarlar, ya canları sıkılır. İkisinin ortası yoktur. Oysa biz yetişkinler böyle değiliz. Kendimizce ‘oynadığımızı’ düşündüğümüz anlarda bile canımız sıkılabilir, canımız sıkılırken bir yandan da eğlendiğimizi düşünebiliriz.
Çocuklar sıkıldıkları zaman ağlayarak bunu dünya âleme ilan edebilirler. Biz onu da yapamayız. Aslına bakarsanız canımızın sıkıntısını ağlayarak ifade edemiyor olmamızda iyi bir yön de var. Bunu yapabiliyor olsaydık eminim dünya ağlama sesinden geçilmezdi.
Türkiye-Portekiz maçı için iki gündür Amsterdam’dayım. Gök delinmiş gibi, yağmur yağıyor. Kasvet, bütün ağırlığıyla kentin üzerine çokmüş. Cuma gecesinin kentte ve halkında yarattığı yorgunluk elle tutulur bir halde. İnsanlar can sıkıntısı içinde dükkânlarda onu bunu elleyip, çekiştirip duruyorlar. Otelin kafesi, barı canı sıkılan insanlarla dolu.
Oysa daha 10 saat önce çok eğleniyor gibi görünüyorlardı. Şehir bütün ışıklarını yakmış, süslenmiş, insanlarını eğlendirmeye hazırlanmıştı. Lokantalar, barlar, gece kulüpleri, porno şovlar… Hepsinin tek bir amacı vardı: Cuma gecesini Amsterdam’da geçirecek olanları eğlendirmek. Allah için sokaktaki herkes de gece karanlığında eğleniyormuş gibi görünüyordu.
Dünya yüzündeki bütün dinler eğlencede günahın da gizlendiğine inanırlar. Acaba eğlence dolu gecelerin ardından bu insanların hepsinin sıkılıyor olmasının nedeni bu mu? Çok eğlenmekten kaynaklanan bir vicdan azabı.. Günahın çağrısına kendini kaptırmanın ileride ödenecek bedeli.. Sebep bu olabilir mi?
Öte yandan çocuklar gibi pasif bir can sıkıntısı da çekemiyoruz. İlla sıkıntımızı aktive etmemiz de gerekiyor. Bir şeylerle uğraşmak, alışveriş etmek, bir kafede oturup gelene geçene bakmak, sigara içmek, önümüzdeki gazetenin sayfalarını amaçsızca çevirmek istiyoruz.
Birkaç yıl önce Boğaz’da yürüyüş yaparken Aşiyan’da ilginç bir şey görmüştüm. Erkekler balık tutuyordu. Sahile park edilmiş bir otomobilde de bir kadın ön koltukta oturmuş balık tutan kocasını bekliyordu. Elinde bir tığ, büyük bir hızla dantel örüyordu. Kadıncağız kocası balık tutarken çektiği can sıkıntısını dantel örerek aktive etmişti. Ama yüzünden nasıl bir ruh durumu içinde olduğu kolayca anlaşılıyordu.
Amsterdam sokaklarında dolaşırken yağmurun altında aynı yüz ifadesine o kadar çok rastladım ki..
Charles Baudelaire, ‘Romantik Sanat’ isimli eserinde şöyle yazmış: “19. yüzyıl bilgeliğinin onca sıklık ve onca hoşlukla sayıp döktüğü çok sayıdaki insan hakları arasında çok önemli iki tanesi unutulmuştur; bunlar, kendini yadsıma ve çekip gitme haklarıdır.”
Canımızın bu kadar çok sıkılıyor olmasının nedenlerinden biri de bu mu? Toplumun ve ailemizin bize tanımladığı kimliğimizi yadsıyamamak ve her şeyi yüzüstü bırakıp çekip gitme hakkımızı kullanamıyor olmak mı?
Çekip gitmeyi ve başka bir insan olmayı başaramadığımız, buna cesaret edemediğimiz hatta buna teşebbüs dahi edemediğimiz için mi kendimize oyunlar, oyuncaklar yaratıyoruz?
Acaba ‘yolculuk yapmak’ kafamızda sanal bir çekip gitme durumu yarattığı için mi bizlere bu kadar cazip geliyor?