Aspendos’ta yıldızlar kayarken
ÇOCUKLUK anılarının içinde en özel yere sahip olanlardan birisi de Aspendos Tiyatrosu’nda seyrettiğim tiyatro oyunlarıdır.
O yıllarda festival zamanı Ankara Devlet Tiyatrosu, Aspendos’ta yılda bir kere bir Yunan tragedyalarından birini oynardı.
Çoluk çocuk otomobillere doluşur, pikniğe gider gibi tiyatro izlemeye giderdik. Aspendos’un taşları üzerine kilimler serilir, evde hazırlanan kuru yiyecekler yenirdi. Rahatına düşkün olanların pijamalarını giydiklerini görmüşlüğüm bile vardır.
Aradan belki 40 yıl geçtikten sonra perşembe gecesi yine Aspendos’taydım.
Artık Aspendos’un kendi festivali de olmuş, bu yıl on dördüncüsü yapılıyor.
Turizm Bakanlığı, çok daha “önemli” işlere para harcadığı için festivali Mustafa Erdoğan’ın sırtına yıkmış.
Açılış konserinde Mario Frangulis vardı ve ona Ankara Operası’ndan Feryál Türkoğlu eşlik ediyordu.
“Bocelli’nin pabucunu dama atan adam” ile Türkoğlu’nun konserini o 2 bin yıllık büyülü atmosfer içinde izlerken bir kez daha kayan yıldızları seyretmenin mutluluğunu yaşadım.
İki büyülü ses “Time to say goodbye” ile düet yaparken yanımda çok özel birisinin olmasını ve elini tutmak isterdim ama sağımda Mustafa Erdoğan, solumda Hıncal Uluç oturuyordu ne yazık ki! O andaki ruh durumum sadece “Bahtsız Mehmet” fıkrasına başlangıç olabilir!
Konserden sonra Köprülü Çay üzerindeki sallarda oluşturulmuş bir lokantada Frangulis ve Türkoğlu’nu kurbağa seslerinden oluşan bir orkestranın eşliğinde dinleme ve tanıma olanağım da oldu.
“Yamas”, “şerefe” derken sabahı bulmuşuz.
O mütevazı genç insan ile konuşurken, benzer yeteneklere sahip gençlerimizin sadece yeterli bir eğitim olanağı sağlanamadığı için yok olup gittiklerini düşündüm.
Bu ülkede her şeye para bulabiliyoruz ama yetenekli gençleri, uluslararası yıldız yapmak için gerekli eğitim fırsatlarına para bir türlü bulamıyoruz.
Çünkü Milli Eğitim ve Kültür bakanlıklarımızın her zaman daha önemli işleri oluyor!
Muhtıra bu kez Türk milletine!
GENELKURMAY Başkanlığı’nın internet sitesine dün bir açıklama daha kondu. Açıklamanın son günlerde artan terör olayları nedeniyle yapıldığı belirtiliyor.
Genelkurmay’ın internet sitesindeki açıklamada bu kez Türk halkına verilmiş bir “e-muhtıra” da yer alıyor. Açıklamanın son maddesi şöyle: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir.”
Bu maddenin o açıklamaya neden koyulduğunu anlamam zor.
Türkiye’de halkın çoğunluğu, ırkçı ve bölücü teröre destek mi veriyor ki Genelkurmay, Türk milletini terör olaylarına karşı kitlesel karşı koyma refleksi göstermeye davet ediyor?
Bunun tam tersi olduğunu biliyoruz. Şehit cenazelerinin kaldırıldığı kentlerde, kasabalarda terörün kitlesel olarak lanetlendiğini görüyoruz. Cenazelere katılma olanağımız olmasa da her Türk’ün bu haberlerle canının yandığını, kendi bir parçasını kaybetmiş kadar üzüldüğünü de biliyoruz.
Dün Antalya’da Hürriyet’in yakında yayımlanacak bir yazı dizisi için “seçim nabzı” tutarken, bu üzüntüyü ellerimle tutabildiğimi de gördüm.Bu nedenle Genelkurmay’ın bu “talebine” açıklık getirmesi gerektiğine inanıyorum:
Türk halkı “kitlesel olarak” ne yapsın?
Ne yapmalıyız ki, Genelkurmay, ırkçı ve bölücü teröre karşı “kitlesel refleks gösterdiğimizi” anlayabilsin?
Uzaydaki bir toz zerreciği
ÇAĞDAŞ Amerikan edebiyatının büyük yazarlarından biri olan Paul Auster’in “Yazı Odasında Yolculuklar” isimli son romanını okudum. (Can Yayınları, Çeviren: Taciser Ulaş Belge.)
Kafka’dan hoşlananlara hararetle önerebileceğim bu romanda Auster’in şöyle bir sözü var:
“Uzayın merkezden uzak noktalarından seyredildiğinde, yeryüzü bir toz zerresinden daha büyük değildir. Bundan sonra bir daha yazılarında insanlık sözcüğünü kullanırsan bunu hatırla.”
Bu satırları okurken, bunun bir roman metni içine “benim için sokuşturulmuş” bir tür mesaj olduğu hayaline kapıldım.
Günümün neredeyse yarısı, Türkiye’nin incir çekirdeğini doldurmayacak kalitedeki siyasal tartışmalarını izlemekle geçiyor. Haberleri takip ediyorum, yorumları okuyorum, konuşmalara kulak kabartıyorum.
Ve bunun sonucunda da yazılarımda giderek daha çok politik gelişmelerle yorumlar yapar oldum.
Politik ortamımız o kadar sığ ve hiçbir soruna çözüm üretemez durumda ki sadece benim için değil, politik konularla ilgilenen herkes için bu iş sanki uzaydaki bir toz zerreciği ile uğraşmak gibi geliyor bana.
Ne dersiniz, haksız mıyım?