Ateşten bir halka!
BİR arkadaşım aradı ve Cahide’deki kına gecelerinde çalınan şarkılarda “dalga geçmemi” eleştirdi.
“O kadar biliyorsun madem, sen DJ olsan ne çalardın onu söyle” diye sordu.
Hiç düşünmeden “Johnny Cash’in Ring of Fire’ını çalardım” diye yanıtladım.
Evlilik düşmanı biri gibi görünmek istemem ama bu şarkının sözleri gençleri “tehlikelere karşı uyarıcı” olabilir.
Johnny Cash, Amerikan rock ve country müziğinin efsane isimlerinden biri.
Evli olduğu sırada áşık olduğu şarkıcı, gitarist June Carter ile ilişkisinin bu şarkıya ilham verdiğini düşünüyorum.
Cash’in yaşamını anlatan film (Walk the line) Türkiye’de de sinema ve televizyonlarda gösterildi. Cash’i Joaquin Phoenix, June Carter’i de Reese Witherspoon oynuyordu. Ölümlerinden önce bu oyucuları kendilerinin seçtiğini biliyorum.
Cash, bu şarkısında “ateşten bir halka” ile “nikáh yüzüğünü” anlatmaya çalışıyor.
Aşkın tatlı duygularının zamanla, yanan bir alyansa dönüştüğünü ve insanı dibe doğru çektiğini anlatıyor.
Tutkunun kontrol edilemezliğinin alevleri yükselteceğini söylüyor.
Bir şiir çevirmeni olmadığım için şarkının sözlerinin Türkçe karşılığını yazmıyorum.
Walk The Line’ın film müziği CD’sini dinlerseniz, bu güzel şarkının sözlerine kendi anlamlarınızı yükleyebilirsiniz.
Hafta sonunda zevkle dinleyeceğiniz bir şarkıcı önerdiğim için bana teşekkür etmenize de gerek yok, işim bu!
Bir lider koltuktan inince ne yapar?
BİR süre önce Başbakanlık görevini bırakarak siyasi yaşamdan çekilen Tony Blair, yeni yaşamına alışmakta zorluk çekiyormuş.
Dün Hürriyet’in yazı işleri toplantısında günlük haberlere göz atarken okudum bunu.
Blair, ilk iş olarak cep telefonu kullanmayı öğrenmiş. Oysa Blair, Başbakan olduğunda cep telefonları çoktan yaşantımıza girmişti. Acaba o eski yıllarda bir cep telefonu alacak parası mı yokmuş diye merak ettim.
Blair’i yeni hayatında şaşkınlığa düşüren şeylerden biri de otomobilinin artık kırmızı ışıkta durmasıymış.
Bu haberi okurken seçimlerden sonra (eğer yenildikleri için çekilmeleri gerektiğini akıl ederlerse tabii) bizim liderlerin nelere şaşırabileceklerini düşündüm.
Ve gördüm ki seçimlerden sonra büyük olasılıkla artık Çankaya’dan ayrılacak olan Ahmet Necdet Sezer’den başka hiçbir liderimiz normal hayata kolayca alışamayacak.
Sezer zorluk çekmeyecek çünkü markete de gitti, otomobili kırmızı ışıkta da durdu, görüşmek istediklerini bizzat kendisi telefonla aradı.
Ama diğerlerinin işi kolay değil.
Mesela Recep Tayyip Erdoğan artık özel uçağı, helikopteri olmamasına çok şaşıracak. Tarifeli uçaklara binmek zorunda kalmasının yol açabileceği ruhsal travmalardan ciddi olarak endişe duyuyorum.
Deniz Baykal, böyle bir durumda kalsa en çok “yalnızlıktan” şikáyet eder diye düşünüyorum. Şimdi nefes almadan ve karşıya söz geçmesine fırsat vermeden konuşabiliyor. Parti liderliği sıfatını kaybederse kendisini dinleyebilecek birilerini nasıl bulacak?
Bülent Arınç da öyle. TBMM Başkanlığı’nı kaybederse o çok sevdiği yurt dışı gezilerini nasıl yapacak? Pasaport kuyruğuna nasıl girecek?
Haberi okurken Mesut Yılmaz’ı da hatırladım. Yeniden milletvekili seçilmeye çalışmasının ardında acaba böyle “sivil hayatta ne yapacağını şaşırmak” mı yatıyor diye merak ettim.
Meğerse ’mobilfobik’ birisiymişim!
CEP telefonu hayatımıza girdiğinden beri elinden telefonunu düşürmeyen (kulağından mı deseydim acaba) bir arkadaşım var.
Zaman içinde bir mutasyon geçireceğinden ve kulağının bir cep telefonuna dönüşeceğinden de endişe etmiyor değilim.
Arkadaşım gibi olanların sayılarının hiç de az olmadığının farkındayım.
Geçenlerde okuduğum bir yabancı dergide böyle tiplere “mobilfili” dendiğini öğrendim.
Cep telefonunun sadece kırmızı ve yeşil düğmelerini kullanan biri olarak söylemeliyim ki bu aletin insanların yaşamına bu kadar müdahale etmesinden de pek hazzetmiyorum.
Kalabalık ortamlarda bağıra çağıra en özel meselelerini bile konuşmaktan çekinmeyen insanların özel hayatlarına böyle müdahil olmak da hoşuma gitmiyor.
Bu nedenle bazı hava yolu şirketlerinin uçaklarda da cep telefonu kullanımına olanak verecek düzenlemelere gidecekleri haberlerini korkuyla izliyorum.
Uzun uçuşlarda yanınızdaki insanın sürekli çalan cep telefonunu ve abuk sabuk konuşmalarını dinlemek zorunda kalmanın nasıl bir kábus olacağını düşünmek bile istemiyorum.
Allah’tan bazı havayollarının “telefonla konuşulmasından öteki yolcular rahatsız olmasın diye” bu işe sıcak bakmadıkları da haberler arasında yer alıyor.
Bu arada cep telefonlarına benim gibi bakanlar için de “mobilfobik” deyiminin kullanıldığına tanık oldum.
“Mobilfobikler” için eski güzel günlere dönme özlemini karşılayacak “gezi turları” düzenlendiğini de o dergide okudum. Bir turizm şirketi Hindistan turlarına cep telefonlu katılımcı kabul etmiyormuş.
Ama en iyisi Mozambik’teki bir tatil köyü! Burası hiçbir GSM operatörünün ulaşamadığı bir bölgedeymiş. İsteseniz bile cep telefonunu kullanma olanağınız yokmuş.
“En kısa zamanda gidilecekler” listeme Mozambik’teki Guludo Beach’i de eklediğimi bilmiyorum söylememe gerek var mı?