Başbakan’ın ’hekimlik’ anlayışı
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, ekonomik krize önlem alınmasındaki gecikmelere yönelik eleştiriler için şu yanıtı verdi: “Henüz ölüm sinyalleri vermeyen bir hastaya kefen hazırlayan bir doktor gördünüz mü?”
Belli ki Başbakan, hayatı boyunca “önleyici hekimlik” denilen bir disiplini hiç duymamış!
İnsanların hastalanmasını önlemeyi, hastalığa yol açan şartları değiştirmeyi ve böylece daha sağlıklı bir toplum yaratmayı hedeflemekten haberi yok!
Bugün Başbakan’dan beklenen de (madem kendisi hekimlik mesleğinden yola çıkarak örnekler veriyor) böyle bir hekimlik yapması.
Küresel krizin Türkiye üzerindeki etkilerinin neler olduğu açıkça görülüyor. Başka ülkelerdeki kadar derin bir tahribat yaratmadı belki ama olası tahribatları önleyecek tedbirlerin alınmasının ne kadar önemli olduğu da açık.
Krizin en önemli sonuçlarından birisi ekonominin geleceği beklenti üzerindeki olumsuz etkisi!
Bu beklenti, krizin derinleşmesine yol açıyor. İkisi sürekli birbirini besleyen bir zincire dönüşüyor.
Başbakan’ın kriz ile mücadelede önemli görevi, gelecek ile ilgili beklentiyi düzeltmesidir.
Geri kalanını işlerini bildiklerine kuşkum olmayan ekonomiden sorumlu bakanların işi zaten!
Bunun için de konuşmalarına dikkat etmesi, ekonomik aktörlerin güvenini sarsacak cahilce konuşmalardan kaçınması gerekiyor.
Krizin psikolojik boyutunu derinleştirecek, halkın ve ekonomideki aktörlerin ülke yönetimi ile ilgili kuşkulara düşmesine yol açacak davranışlar, krizin etkilerini derinleştirir, Başbakan, bunu hiç unutmamalı.
’Aydın’ kimdir?
1915’teki Ermeni tehcirinin yol açtığı insanlık dramı için özür dileyen bir bildiriyi yayımlayanlar kendilerini “aydın” olarak tanımlıyorlar.
Mesela “işçi sınıfı” gibi, “aristokrat” gibi homojen olmayan bir tanımlama bu.
İmzacılar listesine bakınca, bu açıkça görülüyor zaten.
Ve şöyle iyi bir tarafı var: Kendinizi “aydın” olarak tanımladığınızda, karşınızdakinin buna itirazı da kolayca mümkün olmuyor.
Kimdir aydın? Üniversite mezunları mı? Çok kitap okuyanlar mı? Her şeyi ilen “malumatfuruşlar” mı? Sağcı mı, solcu mu? Her hangi bir dünya görüşüne sahip olmak, insanı aydın yapar mı?
Klasik felsefede, belli bir eğitimi, bilgisi ve görgüsü olanları “aydın” olarak tanımlamak mümkün.
Bu durumda Hitler’i destekleyen bazı Almanları da “aydın” diye tanımlayacak mıyız?
Demek ki sadece okumuş yazmış olmak, böyle bir tanımlama için yetmiyor.
Günümüzde bu tanımı kullanırken, yukarıdaki vasıfların yanına koymamız gereken bazı şeyler de olmalı. Halkın sorunlarına duyarlılık, topluma egemen olan ideolojiye ve genel tanımıyla “düzene karşı olma” gibi bazı kavramları da kullanmamız gerekiyor. Ve elbette en önemlisi “tutarlılık” konusu! Çağının bilgisiyle tutarlı bir ilişki kurmuş insana böyle seslenebiliriz.
İmzacıların bir bölümüne ve imzalanan metne bakınca “çağın bilgisiyle tutarlılık” konusunda bazı sorunlar olduğunu düşünüyorum.
“Aydın” tanımlamasını kullanmak, bu kadar kolay olmamalı.
Ama elbette buna karar verecek bir “otorite” de yok. Olsaydı da zaten aydın kişi o “otorite” ile çatışma içinde olmalıydı.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim: Bu arkadaşlar, kendilerine yeni bir sıfat bulmalılar!
Celal Bayar Üniversitesi izlenimlerim
ÜNİVERSİTE öğrencilerinden gelen çağrılara mümkün olduğu kadar gitmeye gayret ediyorum. Benim için çok yararlı bir deneyim oluyor, çok şey öğreniyorum.
Geçen hafta içinde böyle bir çağrı ile Manisa’ya, Celal Bayar Üniversitesi’ne gittim.
Gençler ile sohbet etme olanağı buldum. Bilgimin yettiği kadarıyla sorularını yanıtlamaya çalıştım.
Küçük bir kentte kurulmuş, dar olanaklara sahip bir üniversitede bile öğrencilerin toplumu değiştirme isteklerinin bu düzeyde olması, Türkiye mesellerine olan merakları ve kendilerini ifade etme yeteneklerinin düzeyinden etkilendiğimi söylemeliyim.
Oraya kadar gitmişken birisi genel olarak üniversite gençliğini, diğeri ise özel olarak Celal Bayar Üniversitesi’ni ilgilendiren iki konuyu dikkatinize sunmak isterim.
1- Yeni Sosyal Güvenlik Kanunu, üniversitede okumak için maddi olanakları yetersiz öğrencileri olumsuz yönde etkileyecek hükümler içeriyor. Üniversiteler, bu durumdaki gençlere saat ücreti ile okul içinde iş olanağı yaratıyorlar. Öğrencilerin eline ayda 380 liraya yakın bir para geçiyor ve bu ücret ile eğitimine devam edebilen çok genç var. Yeni kanun, bu ücretten bazı kesintiler yapılmasını öngörüyor ve üniversitelerin, o çocuklara kolayca iş yaratmasını uzun bürokratik işlemlere bağlıyor.
Başbakan, Maliye Bakanı ve Çalışma Bakanı bu soruna bir çözüm bulmalı.
2- Küçük kent üniversitelerinin bütçeleri çoğu zaman mükemmel bir eğitim olanağı sağlamaya yetmiyor. Kayseri, Konya, Bolu, Muğla gibi kentlerde bu dar boğaz, hayırseverlerin yaptırdıkları binalar ve doğrudan parasal katkılarıyla nispeten aşılabilmiş durumda. Manisa’daki hayırseverlerin de gözlerini biraz Celal Bayar Üniversitesi’ne çevirmelerinde yarar var. O üniversite sağlıklı büyürse, bu her şeyden önce o kentin gelişmesine katkı demek.