Baykal ile Pamuk ’sayıda’ anlaştılar!
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, önceki gün partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, Mehmet Ağar’ın terör konusundaki yeni açılımını şu sözlerle eleştirdi:
“Dağdan inin, ovada siyaset yapın. Çiçekler açsın, böcekler dolaşsın. Bunlar güzel şeyler ama Türkiye’nin bir gerçeği var. Arkamızda 30 bin vatandaşımız var.”
Baykal’ın “Arkamızda 30 bin vatandaşımız var” sözleri elbette bu partinin destekçilerinin sayısını açıklamıyor.
Gerçi abartılı bir espri anlayışına sahip olsam, “CHP bu politikalarla yakın bir gelecekte arkasında 30 bin kişi bile bulamayacak” deyip geçerdim, ama konu şaka kaldırmayacak kadar ciddi.
Baykal’ın “30 bin vatandaşımız” diye verdiği rakam, PKK terörünün yol açtığı can kaybına işaret ediyor.
Aralarında şehitler, PKK’nın katlettiği Türk ve Kürt siviller, güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada ölen teröristler var.
Demek ki Baykal ile Orhan Pamuk sayıda anlaşıyorlar, ama bunu ifade ediş biçimleri farklı!
Ve Baykal böyle söyleyince ortaya şöyle bir tablo da çıkıyor: Aralarında teröristler de olan bu 30 bin kişiyi “vatandaşımız” diye nitelediğine göre, onların annelerinin çektikleri acıyı da paylaşıyor olmalı.
Aksine bir tutum, vatandaşlar arasında ayrımcılık yapmak değil midir?
O zaman Baykal, Ağar’ı neden eleştiriyor diye sormak gerekiyor bu durumda.
Bu acıyı dindirecek çareleri bulmak, çözüm önermek, önerilen çözümleri “çiçek böcek” diye alay etmeden tartışmak, muhalefet partilerinin ve dolayısıyla Baykal’ın da görevi değil mi?
Çanta, palto taşıyan koruma görevlileri
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın yaşadığı sağlık sorunu, ortaya çok ciddi bir güvenlik skandalı çıkardı ve bunu tartışmamız gerekiyor.
Bizim ülkemizde “koruma görevlisi”, bir tür toplumsal statü göstergesi gibi algılanıyor.
Buna bir de nereden geldiği pek belli olmayan üç kuruş paraya sahip olunca mafyatik gösterilere heveslenen bazı tiplerin koruma gösterişi de eklenince, meselenin özü dikkatlerden kaçıyor.
“Koruma görevlisi” dediğimiz insan bu işin gereklerine uygun bir eğitim almalı, eğitimini belli aralarla görevde olduğu sürece yenilemeli, psikolojik durumu bu görevi eksiksiz yerine getirecek kadar sağlam olmalıdır.
Çünkü bu görevli, becerisini bütün ömrü boyunca sadece bir kere kullanabilir.
Onun da süresi neresinden baksanız üç-beş saniyeyi geçmez.
O üç-beş saniye içinde sağlıklı karar vermeli, aldığı kararı soğukkanlılıkla uygulamalı ve hareketleriyle koruduğu kişiye ve çevredeki masum insanlara zarar vermemeyi de başarabilmelidir.
Oysa bizde “koruma” denilen kişi, koruduğu insanın çantasını, paltosunu taşır, şemsiyesini tutar, koruduğu kişiyle birlikte maç seyreder vs…
Dikkati dağınıktır, ilgisi koruduğu kişiye gelebilecek tehlikelere değil, koruduğu kişiye yöneliktir.
Geçen yıl tesadüf eseri televizyonda bir kanalda, Reagan’a suikast girişimi sırasında koruma görevlilerinin çalışmasını anlatan bir belgesel izlemiştim.
Korumaların bir orkestra elemanları gibi uyum içinde olaya müdahale edebildikleri anlatılıyordu.
Bizde ise Turgut Özal’a yönelik suikast girişiminde nelerin olduğunu bir hatırlayın.
Recep Tayyip Erdoğan’ın başına gelenleri gözünüzün önüne getirin.
Bu işte alaturkalık, ciddi yaşamsal tehlikelere yol açabiliyor, bunu unutmayalım.
’Bildiklerimi açıklarım’ deyip açıklamamak şantajdır
GALATASARAY’a, TOKİ tarafından Seyrantepe’de bir stadyum yaptırılmasının bir tür “hazineyi hortumlama yarışına” dönmekte olduğunu yazmıştım.
Hatırlayacaksınız Beşiktaş, devletten “sus payı” olarak Beykoz’da bir arazi alma peşinde.
Yazımın mürekkebi kurumadan Fenerbahçe İkinci Başkanı da eğer bu stat yapılırsa, Şükrü Saracoğlu Stadı için harcanan parayı devletten talep edeceklerini açıklamıştı. Ki bu da 85 milyon dolar tutuyor.
Galatasaray Başkan Yardımcısı Adnan Polat da dün “karşı taarruza” geçti.
“Fenerbahçe’nin stadı ve tesisleri kaçak” dedi.
Kamuoyunu bu konuda tatmin etmek için Fenerbahçe yönetiminin derli toplu bir açıklama yapması gerekiyor.
Bu açıklamayı beklerken dikkatinizi Adnan Polat’ın bir sözüne çekmek istiyorum: “Fenerbahçeli yöneticiler kendi işlerine baksınlar. Galatasaray ile uğraşmasınlar. Karşılığını sert bir şekilde verebiliriz. Çünkü biz de onların birçok açıklarını biliyoruz.”
Bu sözleri okuyunca aklıma şu sorular geldi:
Fenerbahçe’nin gizli kapaklı işleri varsa bunları açıklamamanın şartı, Galatasaray’ın yaptıklarına göz yummak mıdır? Bu bir tür şantaj mıdır?
Galatasaray, gerçekten yasalara ve ekonomik gerçeklere uygun bir iş yapıyorsa, rakipleri susturmak için şantaja gerek var mı?
Ve hep sorduğum ama yanıtını alamadığım bir dizi soru daha: Ali Sami Yen’in Galatasaray’a devriyle ilgili sözleşme hükümlerine uyulduysa ve Seyrantepe’de TOKİ’ye bir stadyum yaptırmak devlet hazinesini zarara uğratmayacaksa, neden Galatasaray bu işi kendisi yapmıyor? Neden Ali Sami Yen’i kendisi değerlendirip kazanılan parayla stadını inşa etmiyor? TOKİ bu işten kazançlı çıkacaksa, neden aradaki farkı Galatasaray kendisi kazanıp bütçesini denkleştirmiyor?