Bir terör parodisi
PAZAR akşamı İstanbul Bakırköy’de patlayan ses bombasından sonra yaşananları gazetelerde okurken kendimi bir an için bir komedi filminde zannettim.
Hani başarılı olmuş korku filmlerinin ilginç bazı sahnelerini bir mizah anlayışı içinde yeniden bir araya getiren filmler var ya, onlar gibi bir komedi filmi!
İkisi ağır 31 kişinin yaralandığı patlamadan sonra olay yerinde toplananlar, polisin görgü tanığı olarak ifadesini almak istediği bir kişiyi “canlı bomba” zannetmişler.
Çevrenizde bir “canlı bomba” olduğunu düşünseniz yapmanız gereken hareket nedir? O bölgeden mümkün olduğunca hızlı uzaklaşmak değil mi?
Hayır, bu kez öyle olmamış, “kalabalık”, “canlı bombayı” linç etmeye kalkmış. Belli ki o “kalabalığın” kafasının içinde beyin değil, yumruk var! Hiçbirinin aklına “ya canlı bomba kendini patlatırsa” diye sormak gelmemiş.
Kafalarının içinde “beyin” olmayan 150 kişilik bu topluluk daha sonra Bakırköy’de dolaşarak birçok kişiyi “terörist şüphesiyle” dövdükten sonra polis tarafından dağıtılmış.
“Şüphelilerin” nerelerinden durumlarının anlaşıldığı bilinmiyor. Belli ki “tipi bozuk”lar dövülmüş, yakışıklılar dövülmemiş!
Bir başka ilginç not, olay yerini incelemek üzere gelen Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın Cumhuriyet’te yayımlanan şu sözleri: “Olaya bir patlayıcının yol açtığı belirlendi.”
Sezer’e savaş açıyorlar
ÖYLE görünüyor ki önümüzdeki günlerde AKP hükümeti ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arasında gerilimli bir ilişkiye tanık olacağız.
Bir zamanlar Turgut Özal ile Süleyman Demirel arasında yaşanan benzer bir kriz ve bunun sonucunda da Cumhurbaşkanı’nın bazı yetkilerinin kısıtlanmasıyla sonuçlanacak gelişmeler olabilir.
Vatan’ın haberine göre Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i zora sokacak bir belgeyi “çantasında” taşıyormuş. Aynı belgeden bir kopya da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “çantasında” imiş.
Anlaşılıyor ki Çiçek, belgeyi çantasından çıkarıp önce gazetecilere göstermiş.
Söz konusu belge Sezer’in de imzaladığı eski bir Anayasa Mahkemesi kararı. Kararda, “Cumhurbaşkanı’nın hükümetin atama kararnamelerine direnmesi sisteme ters düşer” deniliyormuş.
Siyaset cephesinde “yetki savaşı” için “yığınak” yapılırken, şeriatçı gazetelerde de bu savaş için psikolojik destek oluşturmaya yönelik yayınlar başladı.
Bir süre önce Ahmet Necdet Sezer ile İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ı kıyaslayan Vakit, dün de bir başka densizliğe imza attı.
Vakit’in manşeti şöyleydi: “Apo da Sezer gibi düşünüyor.”
Bu densizlikler belli ki böyle sürüp gidecek; ama sanırım bundan zararlı çıkan Sezer olmayacak!
Amerikan 12 Mart’ı mı?
AMERİKALI altı emekli general, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in, Irak ve Afganistan’da izlediği hatalı politikalar nedeniyle görevden alınmasını istedi.
Emekli Koramiral Gregory Newbold eleştirilerini dile getirirken halen görevdeki bazı komutanlar tarafından da “yüreklendirildiğini” belirtti.
Bu olay Amerika’da son 55 yılın “en büyük askeri isyanı” olarak değerlendiriliyor.
Gerçi Pentagon, emekli askerlere “çenelerini tutmalarını” öğütleyen birer e.posta da yollamış; ama özellikle Irak’taki fiyasko büyüdükçe bu tür eleştirileri önlemek de mümkün görünmüyor.
Amerikalı emekli generallerin bu tavırları bana bizim emekli generallerimizin zaman zaman yaptıkları çıkışları hatırlattı.
Özellikle 28 Şubat döneminde görevdeki komutanların doğrudan konuşmak yerine emekli generallerin konuşturulması yöntemini kullandıklarını sizler de hatırlayacaksınız.
Öyle görünüyor ki orduyu siyaset dışında tutma sorunu sadece bizim gibi ülkeler için değil, Amerika gibi demokrasisi gelişmiş ülkeler için de söz konusu.
Clinton döneminin parlak diplomatı Richard Holbrooke hafta sonunda The Washington Post’ta yazdığı makalede, Rumsfeld’in görevde tutulmasının üst düzey komutanlar arasında bir istifa dalgası yaratabileceğinden söz ediyor.
Aynı şeyi bizde bir eski siyasetçi ya da diplomat yapsa hemen “darbe şakşakçılığı” ile suçlanırdı.
Bakalım emekli askerlerin isyanı bir tür 12 Mart muhtırasına da dönüşecek mi?