Böyle bir başkan istiyorum!
FRANSA Cumhurbaşkanı Sarkozy ile sevgilisi Carla Bruni’nin dünkü gazetelerde yayımlanan şahane fotoğraflarına bakarken, başlıktaki bu sözü mırıldandım.
Fotoğraf şöyleydi: Spor giysiler içindeki Sarkozy, sevgilisinin beline elini dolamış, Carla’nın üzerindeki gömlek hafifçe sıyrılmış, blucininin kemerinin hemen üzerinden siyah bir dantel parçası çizgi halinde görünüyor, başları birbirlerine doğru kaymış, Carla’nın eli de sevgilisinin omzunda.
İzleyebildiğim kadarıyla Fransız halkının büyük çoğunluğu da ziyadesiyle mutlu imiş bu görüntülerden.
Halkın önemli bölümünün nefret ettiği bir siyasi lider, içindeki insani özü dışa vurunca sempati toplamış.
Eleştiriler, Carla ile gezmesine değil, gezmeye giderken işadamlarının uçaklarını babasının malı gibi kullanması üzerine yoğunlaşıyor.
Fransızlar, her sabah kalktıklarında gazetelerde ve televizyonlarda bu görüntülere bakıp şöyle düşünüyor olmalılar: “Ne güzel, áşık bir cumhurbaşkanımız var! Ben de áşık olabilirim, ben de aşkımı istediğim gibi yaşayabilirim!”
Bizde siyasetçi dediğin zaman ağır, oturaklı ağabeylerden başkası akla gelmiyor.
Ciddi olmak ile can sıkıcı olmak arasındaki farkı bilmeyen, inceliklerden habersiz gibi görünen, sevdiği kadının beline sarılıp dolaşmaya korkan bir sürü insan!
Korkarım ki aynı süreci yaşıyoruz
BENAZİR Butto’nun ölümünden sonra gazetelerde yayımlanan yorumları dün dikkatle okudum.
Genel eğilim, Pakistan’daki radikal İslamcı hareketin yükselişinden, Afganistan Savaşı sırasında ABD’nin izlediği “yeşil kuşak” stratejisini suçlamaya yönelik.
“ABD, Afganistan ve Pakistan’daki radikal İslamcı hareketleri desteklemese, bugün Pakistan’da bu sorunlar yaşanmaz, Taliban da Afganistan’da hiçbir zaman iktidar olamazdı” şeklinde bir görüş bu.
Ülkelerin iç dinamiklerinin ihmal edildiği tahlilleri yetersiz buluyorum.
Elbette ABD politikalarının bölge üzerinde bir etkisi olduğunu yadsımıyorum ama bu tahlil, Pakistan’ın içinde bağımsızlıktan sonra neler olup bittiğini açıklamaya yetmiyor.
Fransız gazeteci Laurence Gourret’nin yıllar önce Milliyet Yayınları arasından çıkmış bir kitabı var. Telif hakları şu anda kimdedir, bilmiyorum ama yeniden yayımlanması ve Türkiye’de de dikkatle okunması gereken bir kitap bu: Başörtünün İçyüzü – Benazir. (Çeviren Nihal Önol)
O kitabı okurken Cinnah ile başlayan laik denemenin neden yerle yeksan olduğunu ve Pakistan’ın adım adım bir şeriat ülkesine nasıl dönüştüğünü görebilirsiniz.
Benazir Butto’nun, askerlerce idam edilen babası Zülfikar Ali Butto, bu değişimin ilk taşını koydu.
Ali Butto’ya göre “halkın çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede” İslam’ı siyasal ideolojinin bir parçası haline getirmek normaldi.
Onun açtığı yoldan sırasıyla Ziya ül Hak, Navaz Şerif, Benazir Butto ve Müşerref geçtiler.
Bugün Pakistan, yaşam içindeki birçok konunun İslam şeriatına uygun olarak düzenlendiği bir ülke haline böyle geldi.
İslam, geniş halk kitlelerinin yoksulluğunun üzerine örtülen bir şal haline getirildi. Ülkeyi eritip bitiren yolsuzluklar bu örtünün ardına kolayca saklanabildi.
Aynı gün bağımsızlığına kavuşan Hindistan ile Pakistan arasındaki uçurumun giderek açılmasının en önemli nedeni de, siyasal ve toplumsal yaşamdaki din baskısının farklılıklarıydı.
Benazir Butto’nun kötü kaderi için üzülürken, geri dönüp ülkemize de bakalım.
Korkarım ki aynı süreçten geçiyoruz!
Bir aşktan diğerine geçmek kolay mı?
SARKOZY’nin, ayrılmak zorunda kaldığı eşine áşık olduğu çok yazılıp çizildi.
Dün de bir arkadaşım aradı ve şunu söyledi: “Senin aşk teorin tamamen çöktü. Hani birisine áşık olan insan, başka birisine áşık olamazdı?”
Arkadaşımın eleştirisinde haklılık payı var.
Bir aşktan diğerine bu kadar hızlı geçebilmek için insanın “televole kahramanı” olması gerekiyor.
Ama zaten onlarınkine de aşk değil, “düzeyli ilişki” adını veriyoruz! Yani adam, kadına yatmak için para vermiyor, etiket düzeyi yüksek armağanlar alıyor!
Sarkozy’nin, Carla Bruni’ye gerçekten áşık olup olmadığını henüz tam olarak bilemeyiz. Kim bilir, belki o da “düzeyli” bir ilişki peşindedir.
Ama kalbi kırık, terk edilmiş bir áşığın içine girdiği depresyondan kurtulabilmesinin de bir tek yolu var: Çivinin, çiviyi sökmesi gerekiyor!
Bu nedenle Sarkozy’nin, Carla’nın beline sarılmasında yadırganacak bir durum yok.
İddiam geçerli. Bir erkeği ya da bir kadını, başkalarının cazibesine kapılmaktan koruyan tek şey birlikte olduğu insana karşı duyduğu aşktır.
Ama unutmamalıyız ki insanın yaşam enerjisi de geçmişi çabuk unutabilmesinden besleniyor.
Kalbi kırık áşıkların yapması gereken şey de budur zaten: Eskinin dertleriyle bunalmak yerine, gözünü açıp etrafa iyice bir bakmak!